0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
205
Okunma

Zaman garip bir şekilde bükülüyor bazen. Bir görüntüde takılıp kalıyor gözüm, bir şiirin içinde yankılanıyor sesim. İçimde konuşmadan duran, ama hep orada olan bir şey var. Ne susuyor, ne de açıkça konuşuyor; bir ara ses gibi, bir ara nefes gibi. İsmi yok, tarifi yok. Ama tanıyorum. Çok uzun zamandır tanıyorum.
Bir şeyleri hatırlamak için değil, unutmamak için yaşıyorum galiba. Çünkü bazı anlar öylece duruyor, dokunulmamış bir aynanın yüzeyinde donmuş gibi. Ne kırabiliyorum o aynayı, ne de gerçekten içine bakabiliyorum. Ama orada. Ve her geçişimde, bakmadan geçtiğim her an, biraz daha ben oluyorum. Garip, değil mi? Yüzleşmediğim şeyler bile beni ben yapan şeyler arasında.
Işık çok şey demek değil. Aydınlık da. Çünkü karanlıkla sınanmadıkça, ışığın bir ağırlığı olmuyor. Araf bu yüzden anlamlı. Ne tam karanlık, ne tam ışık. Bir boşluk değil, bir yoğunluk. Bekleyişin içindeki en dolu yer. Orada zaman işlemiyor, ama kalp atıyor. Her atışta bir şey eksiliyor mu, yoksa çoğalıyor muyum, bilmiyorum.
Bazen kendi içimde bir labirent gibi hissediyorum her şeyi. Her duvar bir anı, her köşe bir eski cümle. Çıkmak istemiyorum. Çünkü çıkmak demek, bazı şeyleri arkada bırakmak demek. Ama kalmak da zor. Çünkü kalınca her şey konuşmaya başlıyor. Ve her şey konuştuğunda, ben susuyorum. Belki de en çok sessizlikle anlatıyorum kendimi. Belki de bu yüzden kimse tam anlayamıyor. Belki de bu yüzden anlamalarını istemiyorum.
Bildiğim tek şey şu: içimde bir şey yanıyor. Sessiz bir yanma bu, bağırmıyor, yakmıyor... ama geçmiyor da. Onunla yaşıyorum. Onunla büyüyorum. Ve her neyse bu, bana ait. Sonuna kadar.