0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
422
Okunma
Yaklaşık on iki gündür. Kendi çocukluğumun tam dönüş yolundayım. Bazen yürürken; Bazen hiç nefessiz, topraklı bir yolun izlendiği bütün anılarıma, koşup sımsıkı, sarıldığımı biliyorum.
Bu sarılmanın sonrası canıma zarar verme isteğim o kadar kötü bir his yaratıyor ki! Dudaklarımı, tırnaklarımı, dişlerimle kemirip kan tortusu damaklarıma yayılınca devam ettim . Vakitsiz zehir salgılayan, fabrika artığı gibi kapkara, gölgesine hükmü olmayan bir bedene sahibim. Benim bu durumumun açıkça ne anlam taşıdığına gelince kuşların yaptığı gibi toprağa kapaklanıp göğe inatlaşmaktı…
bilenen o ki günün bir yarısını diğeri ile dirsek temasın da
Anneannem:
Ellerin arasında sımsıkı tutuğu o kırmızı çizgili albümün sayfalarını usulca devirip sonra
-Burası benim doğup büyüdüğüm ev dedi. Bu sözleri bana mı yoksa pencere önünde ki koltuğa bir yumruk gibi oturan anneme mi söylemişti. Bilmiyorum?
Anneannemin sesi sanki eski bir plaktan gelir gibi, cızırtılı yer yer boğuktu.ilk ne dediğini anlayamadım.
Fakat, kulak memesi kıvamını almış ellerini usulca koltuğa vurarak
az yakınıma gel işaretini görünce.
Kalkıp yerimden. Onun çaprazına gelen, sandalye geçip bakışlarımı, bakışlarına sabitlemiştim.
O ise boğazını bir iki yutkunma hamlesi ile temizlemiş dönüp bana
- Zamanla kulağa gelen her ses miskin olunur da gözün gördüğü şu siyah beyazı birbirine karışmış fotoğraf var ya! Çakı gibi, insanı ayağa diker dedi. Haydi, şimdi git!
Anneannem : Bildiklerinin birine teslim etmesi ve aklında kalsın çabasını ilk sıradan bir durmuşu gibi düşünüp sonra da az duygusallık penceresinde görüp ona çok üzüldüm.
Anneannem dile kolay gelmiş şurada sekse yedi yaşına ve haklı özlemlerine ve siyah beyaz resimlere yabancı yüzleri gezdirmeye
Onun o vakit dinleme sabrımın olmadığını anlamış.Sırtımda leş gibi, ağır olan ceketimi çıkarıp yavaşça askıya bıraktım. Askı kancasına sarınmış Sadece siyah şalı sırtıma alarak hiçbir kelime konuşmadan. Direk kapıya yönelip dışarı çıktım.
Oradan çıkarken. İçime bir şeyler dağılıvermişti. Sevgisinden yana bir endişem yok, ben anneannemin bütün torunları gibi beni sevdiğini bir dakika düşünmemiştim. Oda böyle düşünmeme neden olacak bir davranışı hissettirmedi. Benle yüze yüze geldiği her vakit mutlu olduğunu görmüştüm. Bahar çiçeklerine konan kelebekler gibi kıpır kıpır, masalımsı keyifli olağanüstü dakikalar geçiriyorduk.
Mesela: Daha geçen sabaha karşı o uykunun en derin anında iken ,delice ve manasızca, yaramazlık ettim. Usulca onun yaşlı bedenini örten yorganın altına sinip minik buz gibi ellerimi bedenin en hassas noktalarına değdirdim. Çok sert bir ses tonu ile bana:
-Anladım ki sen müthiş yaramazmışsın dedi. Bunun benle olacağına ihtimal vermemiştim.
Bu sefer dayanamadım.Hayatım da bir şeylerin değiştiğini ona bütün gizemi İle anlatmaya başladım. İlkin ciddi ciddi dinledi ve sonra ağız dolusu bir kahkaha attı; ve beni hafifçe yana itti:
-Ben bunların hepsini biliyorum anlıyor musun? Hepsini
tekrar yatağın kıyısına oturup çok kısık bir ses tonu ile:
-Bütün bu var edici şeylere ne kadar çok önem verirsen senin için o kadar iyi olur dedi.
Anneannemin ,bir yuva kurma söylemlerinin altı hiç boş değildi.ve olması gereken bedensel arzularımı biraz tetiklemişti.
Saniyesinde ,kadınlığıma uyanan erkekleri gerektiğinden çok önemsemeye başlamıştım. Onların bu istekli tavrı kadar kafamı kurcalayan benzer sorunu çözmeye çalışıyordum. Acaba önümüzdeki pazar günü şöyle cicilerimi giyinip herkesin gittiği yere gitsem ne olur? Bu fiziksel bir istek gibi görünse de ona direk acemiliği-ustalaşma son evresi diyelim.
Akılı nazik bir varlığı kucaklamak ona ilişmek ,bütünleşmeye giden o minik kıvrımları harekete geçirmek, konuşmak, ve hiçbir şeyi , korkuların arkasına saklamamış olmak;
yaşanmamışlıkla insanın kendisine büyük kayıplar yaşatır; karşında ki nerede, bilecek ne hissettiğini de…
Doğrusun söylemek gerekirse, mesai arkadaşım Gülüz ile öğlen paydoslarında iş yerinin terasa katına çıkıp kahvemizi yudumlar, siğaramızın, dumanının göğe üfler idik.
Konuşacak şu, bu vardı. Fakat, mesai arkadaşım Gülüz ’in personel müdürü ile olan, kırmızı tayt giyinme fantezilerini, her sefer bana anlatırken. Ona fena halde imreniyordum.
o mavi gök gözleri ışık nehirlerine doğru akıyor. Etli kalın dudaklarını dişlerinin arasına kıstırıp burun deliklerini havaya kapatarak
- Ne güzel bir duygu diyordu. Bu müdür müsveddesi daha geçen Cuma benim çırılçıplak bedenimin üzerine uzanıp raks ediyor..Şimdi ise sıradan bir mesai arkadaşı olarak önünden geçiyor ve hiçbir şey hissettirmiyor olması ne kadar acı değil mi?
-En çok bir araya gelince neler konuşuyordunuz
- Her şey . O bana kendisi ile ilgili garip, sırlarını, arzularını anlatır.Bende kendimden ona kaçamak bir iki şey anlatıyordum.
-Hım:!!!
adamın konuştukları uç uca bağlasanız on karış ileriye ya gider ;ya gitmez,Kesik kesik söylemleri ile kafa karıştırırdı.bedensel hareketleri çimleri sulayan bozuk fiskeye gibiydi. Birde ağzına biriktirdiği sigara dumanının dönüp yüzüme üflemesi vardı.
-Evet ya! Ama sende onun gibi ihtiyar bir herif gibi sigara içiyorsun…
Gülüz, bu sözleri, sonrası parmaklarımın arasına sıkıştırdığım, sigaramı dudağıma, götürüp son bir fırt çekip küllüğün içinde; koca bir yılanın kafasını ezmiş gibi göğsümü dışarıya yükseltip onun arka sıra bende içeriye geçerdim …
İş bitimi, sonra anneannemin evine gidilen yolu yürümeyi çok severim.Ağaçlar avuçlarını türlü renk çiçeğe açmış; hafif kar kokusu yüksek bir hızla yüzüme doğru sokuluyordu. Ve koca yürekli evlerin bahçelerin yaşanmışlıklar. Bizim burada mevsimler insanı gibi çok yaşa yükselmiş yıpranış hikâyesi her gördüğünün insandan farklılık görünmez ve tek tip acı , sevinçleri vardı.
Dediğim gibi bütün gece yağan beyaz kar, toprak üzerinde bulunan gri, siyah renkleri kapatmış, Asker gibi hazır olan duran Beydağ ile yaşam alanlarının mesafesi mini minnacıktı. Alçak topuklu evlerin çatıları yüzüne duvağı örtülmüş gelen gibiydi.
Nispi, çok sevilen o kar kuşlarının kanatları bir ıslaktı ve o ıslaklık uçmalarına mani olacak korkusunu yaşasam da.Onların, tanrısı ,beni uzaktan izliyordu.
Evet, bu dönüş hikâyemi başladığım günden beri, burun buruna geldiğim o kadar çok incinmişlik -ertelenmişlik var ki! Sanki, bütün beynim kafatasımda, hoyratça çıkartılıp boş bir teneke kutusuna yuvarlamış, Kulaklarım da bir uğultu bedenimde bir yere sıkışma tepkisi ile yüzleşmem sonucu şu isyan cümleleri Nasıl olur da,bir insan bu kadar kendinden; vaaz geçip başkalarının isteklerine şekillenir dedirtti .
Gerek arkadaş ortamımın da; gerek aile içi sohbetlerde. Avuçlarımın içinde suyun tutuluş hikâyesini daha önce anlatmıştım. Şimdi onun tam tersi, toprak avuçlarımı genişletip ve parmak arasını aralayıp usulca ait olduğu yere düşüyordu. Belki de istediğim bu idi; acı veren acısını alıp gitsin kalbimden…
Sessizliğe yüz üstü kapanacaksın ve cılız bir karanlık senin bütün bedenini, ruhunu alıp yutacak fikrine gelince ben gibi kadınlar sevgi kayıplarını çok yaşamış korkusunun limiti düşük olur mu? Böyle korku daha neler ,Aklını yolu bir, elbet ki!... genzimi şöyle bir temizleyip bunlar o günün şartlarına göre pespaye düşünceler deyip onlara kı. çımla ancak gülüp geçerim
En sadakatli ağaç gökleri tutunmuş toprağa bırakıp uzaklaşıp gitmez.Hani bir ölüm gerçeği dışında toprak ile sevilip çoğalmışlardı. Her birinin gözlerinin içini kuşatan bir yaşama sevinci var. Sessizlik kendi içinde eriyen hüznü bilir ve daha da derin sessizlikleri kendine çektiği vakitte gelince . bu da şunu açık ve net gösteriyor ki!.. geçmişin ön dişleri dökülse de ağzından çıkan cümle çift tekrardır…
Anneannemin eteklerinden tutunup ayağa kalkmış bir çocuk olmam dışında. doğrusu çok anımız birikmemiş sekiz yaşında. annemin banka memuru olan eşi, Erhan Bey ile yaptığı evlik sonrası .Konya ya gitmiştik…
Şimdi buradayım. Ama bütün bunların arkasında, canlı ve benim için kaygı yaratacak bir başka hayatın ve başka ilişkilerin izlerini görüyordum. Daha ilk günde başlayarak kimin sesi; kimin sesini keseceği konusu gündem oluyor. Kendi hayal gücü ile beni çözmeye çalışsınlar istiyorum. Gittikçe daha doğru olarak kendimi mi? yoksa onları mı? mutlu edeceğim. Beynimi bir azap çukuruna yuvarlanıp olacakları kestirmeye başlamıştım…
Anneannem zeki bir kadın idi; konuştukları ile gözümde o günün büsbütün büyüdü.Meğersem ne kadar güzel anıları varmış o! hiç kimseye benzemiyordu. Kırmızı çizgili günlüğünü göğsüne tekrar basıp gözlerini sımsıkı kapaması:
- Anlattıklarım her hale de hoşuna gitmiştir !dedi. Deden kazım efendi hakkında başka bir şeyler biliyor musun?
Daha evvelinde annemden birkaç şeyleri duymuştum.
Ama, anneannemin ağzından tekrar dinlemek için can atıyorum. onun için başımı sallayarak hayır dedi mi görünce
Anneannem dudaklarının arasına sıkışan gülüşünü ulu ortaya fırlattı .ve üzerine giyindiği çiçekli elbisesine hafif sağa sola çekiştirdi.
-Deden kadınları yeni yumurtadan çıkmış bir ördek yavrusuna benzetmesi ve şeyleri tehlikelikten çıkarırdı. görüyor musun? dedi.
Anneannemin: gülüşünü dudaklarını ısırarak engellemesi onun kadınsal kıskançlıkları devamıydı.
Ve içinde ki çığlıkları susturup oturma odasından, daracık mutfağa geçip bulaşık makinesinin yıkamış olduğu, o çanak, çömlekleri rafa dizmeye başladı.
Bir kadının ihanetle sınavını konuşmak onun tekrar o güne gitmesine sebep olacağından. İç sesim bana" dur Semra!" dedi. Parmak uçlarıma inen sızıyı ova ova geçiştirmeye başladım…
5.0
100% (1)