0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
331
Okunma

Hayat bazen dar bir odaya sığar. Dört duvar arasında, bir pencere, iki yatak ve birkaç solgun hatıraya. İnsan, geniş sandığı ömrünü bir odanın içine sıkıştırıverir ansızın. Tıpkı onun gibi… Genç adam. Henüz yirmili yaşlarının ortasında. Babasının soluk alıp verişlerini sayarak geçen günlerinde, ömrünün en uzun sabahlarına uyanıyordu. Ve her sabah aynı soruyla: "Bugün gidecek mi?"
Kaldıkları hastane odasının adı "Oda 17" idi. Oda, sayıdan ibaret görünse de, zamanla bir anlam kazandı onun için. Bir bekleyişin, bir tükenişin, bir fark edişin adı oldu. Ölüm, bu odada sık sık uğrayan bir misafirdi. Her birkaç günde bir, bir hasta daha girer, birkaç gece sonra oradan çıkardı. Çıkışlar genelde sessiz olurdu. Ne bir veda ne de bir el sallama. Sadece, metal bir sedyenin çıkardığı soğuk tekerlek sesi ve ardından gelen derin bir boşluk.
Başta irkilmişti bu ölümler karşısında. İnsan ne de olsa ölümün yanında uzun süre duramaz sanır. Ama insan alışıyor. Her şeye alışıyor. Ölümün kokusuna bile.
Babası, o ölümlere bakarken sessizleşirdi. Zamanla göz kapakları daha ağır, sesi daha kısık, bedeni daha ince hâle geldi. Yaşamak, onun için artık yalnızca bir alışkanlıktı. Genç adamsa, olup biteni bir belgesel gibi izliyordu. Müdahale edemediği, yalnızca tanık olabildiği, içini parçalayan bir yayın gibi.
Bir gece, yaşlı bir adam getirildi. Odaya girerken hafifçe başını sallamıştı. Ertesi gün sabah saatlerinde gözleri tavana dikildi, sonra bedeninden bir sıcaklık eksildi. Genç adam ilk kez birinin ölüşünü gözleriyle izledi. O anın sessizliğinde bir düşünce saplandı zihnine:
"İnsan gerçekten bir anda mı ölür? Yoksa hayat, yavaş yavaş bizden mi kaçar?"
Zaman geçtikçe genç adam içten içe çürümeye başladı. Yaşam onun için renklerini kaybetti. Çocukluğunda babasının omzunda izlediği gökyüzü şimdi yalnızca griydi. Babasının elini tutarken fark etti; bu eller bir zamanlar onu korkulardan korumuştu. Şimdi ise o eller ölümle pazarlık yapar gibiydi.
Bir sabah, babası usulca fısıldadı:
"Hayat… çok kısa. Ve çok uzun aynı anda. Yaşarken anlayamıyorsun."
Genç adam boğazına oturan düğümü çözmeye çalıştı.
"Peki ya sonra?" diye sordu.
"Sonrası mı? Belki bir hafiflik… Belki de hiçlik."
Ve o gece…
Saat 01:12. Oda sessizdi. Kalp ritmi cihazı tek bir düz ses verdi. Genç adam başucuna eğildi. Babası gözlerini kaparken son nefesini oğlunun sağ yanağına bıraktı. Sıcak bir buhar gibi. Ne bir cümle, ne bir gözyaşı… Sadece bir nefes.
Oda 17 artık boştu. Ama genç adam, orada bir parçasını bırakmıştı. Babasını değil sadece… Kendini de.
Genç adam çıktığında hastaneden, dünya ona yabancı geliyordu. Renkler anlamsızdı, kahkahalar sahte, hayat ise gereksiz aceleyle koşuşturan kalabalıklardan ibaretti. Ama bir sabah uyandığında, sağ yanağında hâlâ o nefesi hissetti, rüzgar estiğinde hep sağ tarafını döndü...
Ve bir şey fark etti: Hayat bazen anlamını kaybeder, evet. Ama insan, anlamı kaybettikten sonra yaşamayı seçerse… İşte o zaman anlam yeniden doğar.
Çünkü hayat, sadece yaşadıklarımız değil, kaybettiklerimizle nasıl yürüdüğümüzdür.
Babamın anısına 01.05.2023
Sezer TÜREMEN
5.0
100% (1)