0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
87
Okunma
ÖLDÜLER
Remzi çok başarılı bir öğrenci. Okumaya da hevesli. Ama köyde 3.sınıftan sonrasını okuyabileceği okul yok. En yakın okul da çok uzakta. 3 saatlik yürüme yoluyla gidiyor. Bunun karı var, kışı var, yağmuru var, soğuğu var.
Remzi’nin anne babası da onu okutmak için canla başla çalışıyor.
Bir gün hava nasıl yağmurlu, nasıl fırtınalı.
Babacığı Remzi’yi merak ediyor tabi. Düşüyor yola. Yolda yavrucağı bir bataklığa saplanmış buluyor. Allah’ımım.
Ki bu devede kulak.
Daha ne acılar, ne sefillikler.
Bu insancıkların ağaları nasıl zalim, nasıl düşüncesiz, nasıl aymaz insanlar.
Adamcağız bu ağalara yıllarını vermiş, sonra kazara ayağı sakatlanmış, adamın suratına bakmamışlar. “Bunca yıl bizde hizmeti var” dememişler.
Bir diğer acıklı nokta da, unutamıyorum,
Bu ağalardan bir tanesi horoz dövüşü yapıyor. Her dövüşte de kazanan bir horozu var. Bir tane köycülük, ağası kendisini dövünce köyü terk ediyor. Yıllar sonra geri dönüyor, elinde cılız bir horoz. Ağasının horozuyla kendi horozunu dövüştürecek, horozu yenerse ağadan intikamını almış olacak.
Yalnız ağa bu teklifi kabul etmiyor. Küçük görüyor adamcağızı. Parasına dövüştürmeyi teklif ediyor. Ama adamcağızda o para nerede? Bunu gören köylüler bir oluyorlar, rızklarından kesip, parayı denkleştiriyorlar ve dövüş başlıyor.
Bu kısım çok heyecanlı.
Sonunu söyleyeceğim. Bilmek istemeyenlerle yollarımızı burada ayıralım. Kitap çok güzel, aşırı tavsiye ederim, diyerek vedalaşalım.
Kalanlarla devam edeyim.
Bu dövüşü köylü kardeşimizin kazanması çok önemliydi. Bütün köylüler o cılız horozda kendi yoksulluklarını, kendi sefilliklerini, kendi ezilmişliklerini görüyorlardı. Yazar sonunu söyleyinceye kadar da herhangi bir tahminde bulunmaya da imkân yoktu. Kaybetse şaşırmazdık ama yıkılırdık.
Şükür ki yazar, köylünün kazanmasına müsaade ediyor. Köylümüz kazanıyor. Yüreğimize burada biraz su serpiliyor ama galibiyet coşkusu yaşayamıyoruz, çünkü zalim ağa, kaybeden horozunu tuttuğu gibi duvara çarpıyor, başını taşla eziyor. Onca zaman, onca dövüş kazanmış, kendisine bir sürü para kazandırmış horozunu bir çırpıda, gözünün yaşına bakmadan öldürüveriyor.
Köylüler de burada kazanmış lığın sevincini yaşayamayıp, gözünün yaşına bakılmadan canına kıyılan horozla özdeşleştiriyorlar kendilerini bu defa.
En çok da Halil.
Ağasına kul köle olan Halil’in aklını başına getiriyor bu olay.
Emine’sini de alıp kaçıyor.
Emine ki ağasının tecavüzüne uğramış, on yıllardır değişmeyen bir Türkiye klasiği olarak tecavüze uğramasının suçlusu kendisiymiş gibi davranılmış, orospu muamelesi yapılmaya çalışılmış, Halil’e aşık yavrucak.
Halil, tecavüz olayının ardından Emine’ye nasıl davranacağını bilemiyor. Ah be Halil’im, bağrına bas işte kızcağızı. Sen onu seviyorsun, o seni seviyor. Daha ne.
Yine bir şükür ki, Halil, Emine’yle beraber gidiyor.
Yılmaz Güney, şahane karakterler yaratmış. Bu konuda kitap çok zengin. Karakter bolluğunun yanı sıra bu karakterlerin hepsini kanlı canlı karşınızda görüyormuşçasına tanımanızı sağlayacak analizler var.
Kurgusu da keza övgüye layık. Hep dram, hep umutsuzluk değil. En başta ağladım dediysem o benim kendi iç dünyamla alakalı. Yoksa umut da var, mutluluk da. Yani tam mutluluk değil de, mutluluk cuk.