0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
208
Okunma
Yıldızları çiğnemeyin
Anlatırlar, anlatacaklar!..
Bir dağ köyü olan köyümüzde seferberlik günlerini,
Koçgiri acısını onlardan biriymiş gibi yaşamış; Şeyh Sait, Dersim acılarında
yüreği sızlamışlardan hayatta kalan üç beş canlı tanıktan biriydi…
Osmanlı kızı Cumhuriyet geliniydi (1903-1991)
Yaşamında iyilik sever, hatır gönül bilir olduğundan hemen herkesin
‘Pirik Ebe’siydi ( pirik: yaşlı) Osmanlıydı.
Gördüğü tek köy, baba köyü (Kuluncak)tan kocaya geldiği bizim köy yani
Avşarcık olmuş. Çocukluğu acılar yoksunluklar içinde yetmiyormuş gibi
eşkıya korkularıyla geçmiş... 15-16 larında ağa gelini olmuş...
varlığı da yokluğu da yaşamış dense yeridir.
Ama çocukluğunun geçtiği köyünü, çocukluk arkadaşlarını, anılarını unutmamış
gözü köylerinden gelen yolda olur birilerini görecek olursa merak ve
heyecanla acaba kimdir, acaba Arifimin çocuklarından mı; bakın ’ der
özü, özlemi gözlerinden okunurdu… Bu da boşa değildi;
Baba köyünde herkesin Fatiş Halasıydı
Gününün unutulmuş çoğu olayın canlı tanığıydı kitabesiydi
Doksana yaklaşan yaşında, hala kırmızı yanağıyla, nurlu, nurani yüzlüydü
Hastaydı..
‘İyisin ebe diyenlere;
‘ Yok yavrum yok!.. artık..!
‘ Daha uzun ömürler… ‘ diyenlere;
‘Ele ayağa düşmeden emanetini alsın… böyle, dua edin’
Doksan ikiye sadece bir hafta kalmıştı
Hastalığı iyice ilerlemiş elma yanaklar sararmış, göz ışıkları azalmış
“Toprak diyordu, toprak; köyümün toprağından bir avuç toprak…”
Dileği yerine getirildi. titrek, buruşuk, damarları kabarmış ellerini uzatıp,
avucuna konan toprağı burnuna yaklaştırıp ;
‘ Oh!.. dedi, oh, ne güzel, ne hoş kokuyor... kıtlık günü ekmeği...
Toprak beni çekiyor!..’
Orada bulunanların gözleri yaşardı..
Merak edip soranlar oldu;
’ Nerede! nereyi istersin1..
‘ Burada, dedi, buraya geldim, artık bura toprağına!..’
Gün görmüşlerden birileri durumu anlayıp;
‘Pirik ebe dedi kimi, kimleri görüyorsun!’
‘ Düğüncülerim gelmiş, kayın babam kıratta, kalabalıkla gelmiş
Bağcıların kapısında…’
Hazır bulunanlar, bakıştılar, başlarını eğdiler…
Pirik ebe yorgundu, çukurlara gömülmüş gözlerini yanmakta olan
akşam ışığına dikmiş, neye, kime bakıyorsa…
Sordular,
‘Başka neyi görüyorsun’
‘Yıldızlar dedi, yıldızlar…’
‘Ne olmuş yıldızlara!’
Anlaşılır anlaşılmaz;
‘Akıyor, gözlerime,!’
Biraz durdu, his edilir edilmez soludu;
Kesik, kesik, derinden gelen;
‘ yere inmiş, yıldızlar, ye re..’
Son sözü üflenerek uçan, sonsuzluğa karışan ,
can denen kafesteki kuş, nefesiyle;
‘yıldızları çiğ ne me yin, yıl d ız..!’
Pufff!
( yatak hastalığının 3. günün gecesiydi)
26. 12. 1991
- A r ş i v -