0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
202
Okunma

Bazen, harf közleyip şiire sunarsın Süleyman; yüz düşürür sözcüğe.
- Ama lütfen, Ay’a küfür etmeyin! dedi. Zira ay değil, lekesi siz olursunuz dolunayda..
Kar zamanı geçeli vakit saymadığımı söyledim, yüzünü asıp aceleyle içeri girdi. Tahtaların mat sesleriyle oynaşan çeliğin sesine kulak kısıp, hıncının fikrinde nasıl bir yol oynadığını çözmeye çalışıyordum ki; adımla seslendi.
Adımı söylemişti. Oysa hiç söylemezdi adımı Süleyman.
Hatta o kadar çok oldu ki adımı ondan duymamak, galiba ilkti bu .
’Divane olmak mı şemsi çıldırtır?
imame olmak mı Mevlana’yı dağıtır?
soruya cevabım yoktu.
Süleyman pabuçlarına bile isimler verirdi. Sakallarında birkaç tane beyazlaşmış kılın bile o zamanlar isimleri vardı. Gerçi sonra kalabalık bir
aile olunca isim vermekten vazgeçti, sadece beyaz haçlılar diyordu çok fazla kaşıyınca sakallarını.
’İşte uzamış sakalın o tatlı kaşıntısıydı adına anmak’ derdi.
-Bana neden kızgınsın?
-Kar zamanından önce şu serçeler üşür ağcın tepesine bir serçe evi yap demedim mi sana?
Haklıydı, ama ben şiir yazdığını sandığım için düşünememiştim. Nerden bileyim? Altı dolu mısralarla yoldaşlık ettin bana, yol ve yön buldum. Serçelerin evi yok muydu?
bilemedim şimdi…
Geçen sonbaharda bana,
’ yaprakların bir barınma evi var " dediğinde de aldırış etmedim. Sonunda da hep şunu söylerdi;
‘kim bilebilir insanın barındığı yerin beklentisini?
kimseler bilemezdi.
Ama şunu da savunurdu; konuşan insanlardan korkma! Derdi.
Konuşan insan kendini ele verir.
Bu, hırsızda olsa itiraf eder. Söylemek istediğim, insan figürü olması istediği durumun cümlesinde açığa çıkartır. Açığı olan cümleleri bul ve onları onlardan önce anla, derdi.
Kızgınlığını nasıl alırım diye şehre doğru yola koyulurken, bir yol üstü yalnızlığının bıyıklarında dağılan sıgara dumanı gibi dağılan o buğulu, hışırtılı ses tonuyla seslendi;
-akşam yemeğe kalacak mısın?
Evet dersem kızgınlığı geçer mi? diye düşünürken
tekrar seslendi
bu defa; ürküp ve kekeleyerek ’evet’ dedim.
Süleyman düz ve yassı büyükçe bir taşın altına ateş atıp öyle yapardı yemeklerini . Belki de yemeklerini de özlediğim için evet dedim.
Süleyman telaş ettiği zaman, yada telaşlı bir anısını anlatırken tırnaklarının altı terlerdi. O zaman,
’uzayan tırnakların altına şeytan girer ’ diyen Süleyman mırıldanırdı tırnak ve şeytan ilişkisini.
"Tırnaklarımın altından iblisi öpüp geçiyor rüzgarlar, iblis üşüyor ben üşüyorum "
Makamını severdim, her ne kadar öksürdüğünde dağ devriliyor san samda, güzel adam Süleyman..
Süleyman toprakla uğraşmayı severdi. Gayri ihtiyari ne zaman ’ne yapıyorsun’ diye sorulsa
"Geldiğim yeri sorguluyorum" deyip, yüzlerde düşünce astırırdı.
Ve ben ne zaman Süleyman’ı ziyarete gitsem, şehir ve Süleyman uyuşmuyordu.
Ve ben bu şehrin içine her daldığımda
kalabalık bir kanaatti insanlar bana
Ve ben bu şehirden her çıktığımda
yalnızlık zanaattır bana ...derdi
Ben akşamın ağzıyla Süleyman’ın ağzını bir tutarım.
Ağır ağır işlerler biri gündüzü, diğeri lokmasını hayatın.
-yemek h a z ı r.
Ş i m o
Kül Sürmesi