0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
481
Okunma
Masa başında çalışan Şevket atandığı işinden arta kalan zamanın tadını dijital dünyanın yeni keşifleri ile katlediyordu. Halbuki dijitallik bir nimet kimisi kendisini burada telef eder, kimisi ihya. Şevket birincisini seçmişti. Öğrendiği yeni şeylerden biri de yeni sistem sanal kumar. Sistemin kötü huyu, tüm benliğine sindirinceye, tiryakisi yapıncaya kadar kazandırdı. Bütün kazancı bu huya gidiyordu.
Ayın on beşinde maaşı yatınca istemsizce eli kumara gidiyor. Önce 3, sonra 6, sonra 10... Dalga dalga, inişli çıkışlı oyun ekranı heyecanını son doruğuna ulaştırıyordu. Bitim noktasına az kala hesabındaki son miktarı basıyordu. (Her seferinde) son atışı maalesef ıskalıyordu. Şevket “elde var sıfıra" inince zina etmiş bir azgın pişmanlığı, çıldırmış benini durgunluyor, tövbeye duruyordu. Bir daha helal kazancını kumar denilen illete kaptırmayacağına dair Allah’a söz veriyordu. Ama iki metelik eline geçmeye durunca tekrar köşe başlarında otururken, yatağına uzanırken, her şartta oynama imkanı bahşeden sanal dünyaya parasını armağan ediyordu. Son tövbesinde;
-Ali, sen de şahitsin, artık oynamayacağım; beni kontrol etme görevi sende. Gör bakalım, and olsun dedi. Ben de:
-Zevkle tabii ki… Yeter ki sen eskisi gibi hesabını, kitabını, çocuklarının geleceğini düşün. Dosta vefa gerek, dedim.
Çocuklarının okul arkadaşları arasında harçlıksızlık mahcubiyeti, Şevket’in kabulleneceği bir şey değildi. Onlardan hiçbir şeyi esirgemeyen Şevket son aylarda asli ihtiyaçlarını bile karşılayamaz oluşu "geceleri dert, gündüzleri zillet olmuştu." Gelecek kaygısı onu eski haline getirebilirdi. Oyuna karşı direnç kazandırabilirdi.
Her ayın on beşinde maaş yatınca Şevket’in depreşen oyun isteği bazen sıçrayarak tavan yapıyor, bazen dibe iniyordu. Derisi gerilmeye, cildi titremeye duruyordu. Ortada edilmiş tövbe, can dostuna verilmiş sözler, ailesinin geleceği vardı. Bilerek maaş günü Şevketlere ziyarete gittim. – zaten kendisine destek olma sözü vermiştim– Küçük bahçesinin içinde müstakil evi, aydan aya düzenli geliri, eşi, çocukları birçok insanın arayıpta bulamadığı nimetlerdendi. Büyükler "insanın bu dünyadaki cenneti ailesidir" der. Fakat dünya cennetini kabusa çeviren "İçimizdeki Şeytan" varya...
-İçin kıpır kıpır Şevket, biliyorum. Bak şimdiye kadar gizlemeye çalıştığın bu illeti artık Keziban yenge de biliyor. Sen de biraz çaba göster hep birlikte kurtulalım. Çocukların hatırı için.
-Ali, artık oynamayacağım, siz rahat olun.
Bahçede çayımızı içerken Ben:
-Şevket sana cahiliye döneminin bir geleneğini anlatayım. Arap toplumunda on kişi tarafından veresiye alınan bir devenin parçalanarak kura sonucu sadece yedi kişiye bölüştürülürmüş, geri kalan üç kişi masrafa ortak olduğu hâlde pay verilmezmiş. Bu oyuna “Meysir” denilirmiş. “Meysir” sünnette bütün kumar türevlerini ifade etmek için kullanılan bir kavram.
-Ne olmuş yani?
-Günümüzde şans oyunları, dijital kumar, “Meysir mitüründen oyunlardır.” Helal kazancını riske etmek, cahiliye alışkanlığıdır.
Şevket anlattıklarına imzamı atarım pozuna yatıyor. Düşünceli düşünceli kamelyada çayını yudumlamaya devam ediyordu. Ben üstenci, hafif dayatmalı vaazlarıma devam ediyorum; (anlayacağınız adamın başına müftü kesildim.)
-Şevket bir kitapta okumuştum “Kumar, fertlerin psikolojik ve fizyolojik dengesini bozmakta, akıl ve ruh sağlığına tehdit etmektedir. İçki ve kumar fertlerin olduğu kadar birlikte yaşadıkları ailelerin, akrabalarının ve toplumun huzurunu yok etmektedir. Kumar sonrası yaşanan üzüntü, pişmanlık, hırs ve intikam duyguları sadece kumar masalarını birbirine düşürmekle kalmayarak bütün topluma taşınmaktadır.”
-Bilmiyorum, dedim ya artık bu işe son verdim. Sen eve gidebilirsin ben de çocukların okul ihtiyaçlarını mutfak masraflarını karşılamak için pazara çıkacağım. Bahçe kapısından çıkarken hanımı Keziban:
-Aile tatlılıktır. Ömrü olmalı, doyasıya yaşamalı, dedi.
Şevket arabasına, ben de birkaç sokak ilerideki evime doğru yol aldım.
( Çarşı dönüşünde)
Çocuklar babasından çikolata, Keziban elinde poşetlerle beklerken eli boş geldi.Çarşının hangi tenha yerinde aklının yerini değiştirdi acaba. Coşkun bir karşılamanın aksine dağların doruğundan aşağıya çağlayarak durgun göle akan su misali melulleşti çocukları.
Keziban:
-Şimdi ne olacak
Şevket, her oynadığında zenginlerin hayatlarına olabildiğince yakın olmaya çalışıyor, kendi memuriyet hayatından olabildiğince uzaklaşıyorsun. Şeytan beyninin içine hırs, inat ve bağımlılık oluşan bir çalışma odası yapmış. Seninki zenginlik merakı da değil, acayip bir psikolojik rahatsızlık sanki.
-Bilmiyorum Keziban bilmiyorum. İçimde birileri sürekli oyna oyna diyor. Kaybettiğimde gururum yeniden oynamamı istiyor, kazandığımda biraz daha devam et diyor. Sonuç hep aynı: Kaybetmek.
Şevket aylarca oynadı. Sıfırı tüketince ailesinin nafakasını temin etmek için kredi olanaklarını sonuna kadar kullandı. Ülkenin tüm bankalarından para dilendi. Bazıları acımış olacaktı ki kredi kapılarını sonuna kadar açtılar. Sonra sıfırdan geriye, eksiye düştü. Kaşıkla veren bankalar maaşını kepçeyle, faiziyle otomatikmen elinden alıyordu. Meysir insana sağlıklı düşünme yetisini kaybettiren sarhoşluk olmalıydı. Hiçbir kadehin veremeyeceği sarhoşluk. Psikologların tarifiyle, acze düşüren bağımlılık. Ocak söndüren, kör ocak eden bir bela...
Ben faydası olmasa da nasihatlerimi, vaazlarımı telkin ediyorum:
-Yapma dedim, her şeyi yedin tükettin, bari kendini tüketme… Alın terinin dışındaki hiçbir şeyden hayır gelmez. Kendimden biliyorum. Geçen yıl elli bin kredi çektim, arabamla takla attım, az daha ölüyordum. İki katı masraf açtı başıma. Başkalarına borsa, kredi, kumar gider ama bizim gibi Allah’ın sevgili kullarına gitmez. Allah bizi çok geçmeden cezalandırır. Yapma, etme dedim ama nafile.
-Son kozumu oynayacağım Ali. Son kez, son ateş, son umut.
-Demek ki Tofaşkını kaybetmeye niyetin var.
-Tofaşkımdan kalan son parayı bire yüz umuduyla basacağım. Bankalara, esnafa, dostlardan aldığım borcu kapatacağım ve bir daha elimi o lanetli şeye sürmeyeceğim.
Ah Tofaşım sanayideki her türlü tamirci seni tanırdı.Benim gibi sende devamlı arıza çıkarırdın. Şimdi gidiyorsun demek dercesine arkasından baktı. Alın tersiz, ekmeksiz, zahmetsiz para kazanmaya ayarlı beyni başına gelecek musibetlere duyarsızlaşmıştı.
Son koz: Elinde kalan son nakit ya üç ya hiç; ya atar ya batar parolasını devreye soktu.
-Şevket ilahi ve beşeri buyruklar seni etkilemiyor. Ne ara bu hale geldin?
-İyi kalpli, vefalı dostum. çevremdeki herkese zarar vermeye başladın. İyisi mi mümkünse az görüşelim.
-Olmaz kardeş iyi günde, kötü günde, varlıkta, yoklukta ailen arkanda. Ben elimden geldiğince seni yalnız bırakmam.
Şevket sudan bahanelerle benden uzaklaştı. Buluşma isteklerime bin yalan uydurmaya başlamıştı. Nice vakit sonra haberlerde “Kumar bağımlılığı beyin hastalığıdır”, “DSÖ: Kumar Halk Sağlığı Sorunu” , “Ailelere Sanal Kumar Uyarısı” , “Sanal Kumar Bağımlılığına Dikkat” başlıkları vardı. Konunun uzmanları tarafından yapılan ufak açıklamaları dinledim. Hastalığın, çaresizliğin içindeki Şevket’in evine koşarak tedavisi varmış, müjdesini ailesine verecektim.
Eve vardığımda eşi Keziban beni görünce gözlerinden yaşlarla “Şevket hiçbir yerde yok,” dedi.
Birkaç günlüğüne kayıplara karışan Şevket’in sahnelenen son kozu: Besmelesiz hayat oyununun orta yerine bir kurşun sıkmak olmuştu. Sahnenin perdesi açıktı: Yusuf yüzlü çocuklar yetim, bu"aile tatlıdır ömrü olmalı ve doya doya yaşamalı" diyen Keziban’ı bela-yı maişet (geçim derdi) bekliyordu.
Abdulvahap Sert