5
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
664
Okunma


Bugün geldiğimiz noktada, toplumların hakikat algısı derin bir dönüşümden geçiyor. Artık doğruyu söyleyenin "provokatör", yanlışı dile getirenin "vatan haini", yanlışlara göz yumanın ise "vatansever" olarak nitelendirildiği bir işlemle karşı karşıyayız. Bu bakış açısı sağlıklı değil, toplumsal değerlerin, ahlakın ve gerçeklik anlayışının çarpıtıldığı bir dünya resmediliyor. Peki, böyle bir anlayış toplumları nereye götürmek ister? Doğru ve yanlışı bu kadar keskin çizgilerle ayıran bir düzen, bizi hangi karanlık uçurumlara sürüklüyor? Bu görünümü masaya yatırarak hem düşünsel hem de toplumsal anlayışla bir sorgulama yapmak gerekiyor.
Hakikati dile getirenlerin "provokatör" olarak yaftalandığı bir dönemde. hakikati ifade etmek bir cesaret işi olmuştur. Doğrunun peşinde koşanlar, çoğu zaman baskı, zulüm ve dışlanma ile karşılaşmışlardır. Ancak bugün bu durum farklı bir boyuta taşındı. Gerçekleri anlatan sadece bir eylem değil, aynı zamanda itibarsızlaştırılma ve toplumdan dışlanma sürecinin başlangıcı haline geldi.
Bu durumun daha iyi anlaşılması için sosyal psikolojiye bakmamız gerekiyor. İnsanlar genellikle rahatsız eden gerçeklerle yüzleşmekten kaçınır. Rahatsız edici gerçekler, kişinin inançlarını, kullanımlarını ve toplumsal yardımlaşmasını tehdit eder. Bu nedenle hakikati söyleyen kişiler, bilinçaltında tehdit olarak algılanır. Oysa hakikati dile getirmelerin amacı, bir düzeni yıkmak değil, o düzeninin temellerini sağlamlaştırmaktır. Ancak hakikati dile getirenlerin toplum tarafından provokatör olarak algılanması, sistematik bir algı yönetiminin ürünüdür.
Yanlışları anlatmak, bir toplumun ilerlemesi için en önemli adımlardan biridir. Ancak bugün, yanlışları dile getirenler vatan haini ilan ediliyor. Bu durumun arkasında yatan temel neden, eleştirinin bir tehdit olarak algılanmasıdır. Toplumlar genellikle eleştiriyi bir saldırı, bir bölünme ya da bir tehdit unsuru olarak görmeye eğilimlidir. Oysa eleştiri, bir toplumun kendi hatalarını görmesini ve düzeltmesini sağlar. Eleştirisiz bir toplum, kendi hatalarını fark edemez ve zamanla çöker.
Bu anlayışın mevcut olması mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, yenilik isteyen aydınlar "hain" olarak yaftalanmış ve dışlanmıştır. Oysa onların dile getirdiği yanlışlar, imparatorluğun daha uzun ömürlü olmasını sağlayacak reformların zeminini oluşturmaktı. Ancak bu eleştiriler dikkate alınmadığı için imparatorluk çökmüştür.
Bugün de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Yanlışları dile getirenler, vatan haini olarak damgalanıyor ve
susturuluyor. Bu durum, yalnızca bireyleri değil, toplumu da tehdit eden bir anlayışın göstergesidir.
Belki de en tehlikeli şifreler, yanlışları onaylayanların "vatansever" olarak görülmesidir. Bu durum, toplumsal değerlerin ve ahlakın tamamen ters yüzleştirilmesidir. Yanlışları onaylayanlar, genellikle "sadakat" öpücüğü altında hareket ederler. Ancak bu sadakat, bir toplumun gruplara bölünmesinin zeminini hazırlayan en büyük tehdittir.
Yanlışları onaylayanların vatansever olarak görülmesi, bir tür psikolojik rahatlama yaratır. İnsanlar, yanlışları yaparak mevcut durumu koruyabileceklerini kabul edebilirler. Ancak bu durum, uzun vadeli toplumsal bir felakete yol açabilir. Tarih boyunca, yanlışları onaylayan toplumların yok oluşa sürüklendiğini görürüz. Mesela Nazi Almanya’sında yanlışlara göz yuman bir halk, sonunda büyük bir yıkımla karşılaşmıştır.
Şimdi asıl konuya geliyoruz: Hakikati söyleyenin provokatör, yanlışı anlatanın hain, yanlışları onaylayanları ise vatansever olarak kabul eden anlayışlarla toplum nereye götürülmek isteniyor? Bu anlayış, bizi doğrudan cehennem kapılarına götürür. Çünkü bu tür bir anlayış, toplumun ahlakını, değerlerini ve dayanışmayı yok eder.
Bir toplum, hakikati reddettiğinde, kendi vicdanının adaletli olduğunu da kabul eder. Hakikat yalanlandığında, insanlar güvenilir bir gelecek inşa edemezler. Toplumun temel değerleri olan adalet, özgürlük ve doğruluk, yalanlarla ortaya çıktığı zaman çürür ve çöker. Böyle bir toplum, sadece içten değil, dıştan da saldırılara açık hale gelir.
Tarihten Dersler: Osmanlı İmparatorluğu’nun son ürünü, gelişmiş fikirler "hainlik" olarak görülmüş ve bastırılmıştır. Ancak bunun bastırılması, imparatorluğun çöküşünü hızlandırmıştır. Hakikati reddeden bir toplum, sonunda kendi dağılışını hazırlar.
Bugün, bazı toplumlarda gerçekleri dile getiren gazeteciler, yazarlar ve aydınlar susturuluyor. Bu durum, yalnızca bireysel özgürlükleri değil, toplumsal ilerlemeyi de engelliyor. Örneğin, çevre kirliliği gibi önemli bir sorunu dile getiren bir kişi, "kalkınmaya karşı" suçlanabilir. Ancak bu kişi, aslında toplumun uzun vadeli çıkarlarını savunmaktadır.
Psikolojik Boyut: İnsanlar genellikle rahatsız eden gerçeklerden kaçınır. Bu nedenle hakikati dile gelenler bir tehdit olarak algılanır. Ancak bu kaçış, sadece bireysel değil, toplumsal bir kaçışı da beraberinde getiriyor.
Peki, bu enerjinin çıkış yolu nedir? Hakikati dile getirmenin, yanlışları eleştirenlerin ve doğruyu savunmanın bir suç olmadığının yeniden anlatılması gerekiyor. Bunun için birkaç adım atılabilir:
Eleştiriye Açık Bir Toplum: Eleştiri, bir toplumun ilerlemesi için gereklidir. Eleştiriyi bir tehdit olarak görmek yerine, bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz.
Eğitim ve Bilinçlendirme: Hakikat, eğitimle ve bilinçlendirme çalışmalarıyla topluma kazandırılabilir. İnsanlara doğru ve yanlışı ayırma becerisi kazandırılmalıdır.
Adalet ve Şeffaflık: Toplumda adalet ve şeffaflık sağlanmadan, hakikati savunanların korunması mümkün değildir. Adalet, hakikatin en büyük savunucusudur.
Cesaret ve Kararlılık: Hakikati savunan bireyler cesur olmalıdır. Ancak bu cesaret, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir dayanışma ile desteklenmelidir.
Hakikati dile getirenin adının provokatör, yanlışı anlatan vatan haini, yanlışları onaylayan vatansever ve sadakat timsali olarak adlandırılan bir dünyada yaşar olduk. Ancak bu anlayışın bizi götüreceği yer, yalnızca karanlık ve kaos olacaktır. Çünkü hakikat, bir toplumsal vicdandır. Vicdanını kaybeden bir toplum, sonunda kendisini cehenneme sürükler. Bu nedenle hakikati savunmaktan, yanlışı dile getirmekten ve doğruların gerçekleşmesinden asla vazgeçmemeliyiz. Toplum olarak bu özgün çıkış yolumuz, hakikati yeniden baş tacı yapmak işimiz olacak yoksa yok oluş dumanları arasında boğularak gideceğiz...
Bahadır Hataylı/05.12.2024/Sancaktepe/İST