- 94 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
ÇİĞ BİR IŞIK
Yumurtayı haşlamak yerine yağda mı yapsaydı? Birkaç damla yağ harcayacaktı topu topu, birazcık da peynir ufalardı… Al sana zengin sofrasına layık bir yumurta!..
Reçel de vardı, birkaç zeytin… Çayda zaten sorun yok… Markaya bakmıyordu, pişirenin maharetine kalmıştı lezzeti…
“Hadi kalkın!..” derdi, “Kahvaltı hazır…” Filmlerdeki o sevecen anne tonunu katardı sesine… Ama dekoru farklı olurdu, arkadan görünen… Yukarı kıvrılan bir merdiven olmazdı mesela… Tablolarla dolu olmazdı duvarlar… Çiğ bir ışık dolardı pencereden içeri… O ışığı yumuşatacak bir şey olmazdı pek… Bir ağaç olurdu belki olsa olsa, pencerenin önünde… O da kesmeye yetmezdi ışığı… Tül perde pencereyi zar zor örterdi.
O filmlerdeki evlerdeyse, hiçbir zaman çiğ olmazdı ışık! Bir kere o pencere mutlaka çiçeklerle, ağaçlarla dolu, püfür püfür bir bahçeye açılırdı. Yani perde örtmeye falan da gerek kalmazdı zaten… O ağaçlar, ışığın okşama sınırını aşıp tacize varan dokunuşlarına kalkan olmaya yeter de artardı zaten.
Ayrıca bununla da kalmazdı farklılık… Kahvaltı boyu süren ‘sevecen anne tonu’ bütün bir güne yetecek bir sıcağı barındırmazdı içinde, o filmlerdeki gibi. Mesele rolün yeterince yaşanmaması, duygunun verilmemesi falan değildi… Değme oyunculara taş çıkaracak da olsa o sesi çıkaran anne, o filmlerden birinin tam orta yerine düşmüş gibi hissettirse de, bütün bunları anlamsız kılan öyle bir fark vardı ki; o yüzden bir türlü filmdeki sıcağa ulaşamazdı o ses. İnandırıcılığını yitirmesine yol açan dokunuşlar vardı. O genç kızla genç oğlanın oturduğu sandalyelerin sırtlarını acıtan sert arkalığı gibi, gerçeğe temas ettiren… Bir ruhtan ibaret olmadıklarını, bedenleri de olduğunu söyleyen…
Ama anneleri öyle can-ı gönülden yapardı ki rolünü; yer yer rol olmaktan çıkarıp gerçeğin yerine koyardı onu. “Hadi sen seversin…” derdi kızına mesela… “Şu reçelden de al.” Sanki nazlı kızının üzerine titreyen, dünyaları istese vermeye hazır bir anne gibi bütün gün o parfümeride koşturup durmaktan ayakları şişen kızına reçelli ekmeği uzatır; içinde var olmak istediği bambaşka bir gerçeği ısrarla dayatmaya çalışırdı.
Ama olmuyordu işte!.. Arkadaki dekora uymayınca; inandırıcı olamıyordu o sözcükler ve sesteki ‘sevecen anne’… Çok başka bir dekora ait kalmaya devam ediyordu çünkü, konuşan o kadın…
Tıpkı kahvaltı sonrasında o filmdeki genç kapıdan çıktığında; annesinin sevecen sesi gibi o dekorla gayet uyumlu bir dünyanın onu dışarıda karşılaması gibi… O genç kızla oğlanı da başka bir dünya karşılardı tabii… Ama annelerinden farklı olarak gerçeğe saygılı, çok dürüst bir dünyaydı bu… Kapısından çıktıkları evin dekoruyla tamamen uyumlu… Yerinden oynayan kaldırım taşlarına çiğ ışığını vuran…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.