1
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
287
Okunma

Bazen insan, kaybolan bir eşya gibi kendini nereye koyduğunu bulamaz... Böyle anlarda, içsel bir yolculuğa çıkarım. Bir tren alır götürür beni. Ancak bu tren farklıdır; geriye doğru yol alır, dumanı ters yöne savrulur. Bu yolculuk, geçmişin bulanık dehlizlerine, yarım kalmış hikayelere götürür beni. Geride kalanlar, iyileşmemiş yaralar, söylenmemiş sözler... Sizi de çağırmaz mı geçmişin hayaletleri?
Garda indim. Ellerimle Güneş’in parıltısını biraz kesip ufka baktım. Ucu bucağı görünmeyen bir boşluk uzanıyordu önümde; ölüm ve sonsuz bir yalnızlığın ta kendisiydi sanki. Köy, tanıdık evler, göl… Hiçbir şey yerinde değildi. Öğlen sıcağı, ağaçsız yollara çökmüş, sessizliği daha da derinleştiriyordu. Bu yol nereye gidiyordu?
Bir adım attım, sonra bir adım daha. Boşluk büyüdü, her adımda geçmişin izleri daha da silikleşti. Tren rayları belirsizleşirken tozlar ayaklarıma dolanıyordu. Etraf bomboştu; ne bir kuş sesi ne de bir insan. Yıllar önce hayat dolu olan bu sokaklarda şimdi yalnızca yıkık yapılar kalmıştı.
Yolun sonunda belirsiz bir siluet gördüm. Karanlık bir gölge gibi, ne yaklaşıyor ne de uzaklaşıyordu. İçimde garip bir his vardı; bu sessizliğin ardında bir bekleyiş gizliydi sanki. Yol, beni yıllar önce bu topraklardan giden genç bir kızı geri çağırıyordu. Ama neden?
Yaklaştıkça zihnimde unutulmuş hatıralar canlandı. Geçmişte yaşadığım her şeyin bir kırılma noktası olduğunu fark ettim. İlk terk edilişimi hatırladım. Sevdiğim adam, birlikte bir hayat kurabileceğimize inandığım kişi orda beni bekliyordu.
Küçük bir kızken en büyük oyuncağım hayallerimdi; tahta bebekler, çamurdan yaptığım evler dışında. Onu ilk gördüğüm gün, hayallerimin baş kahramanı olmuştu. Ama onun için yalnızca bir çocuktum, benimle ilgilenmezdi. Sonra biraz serpildim, genç kızlığa adım attım. O bayram gününü hiç unutmam. Kızlarla bayram gezmesine çıkmıştık; bordo yakalı bir gömlek ve gri bir takım giymiştim. İlk kez makyaj yapmıştım. Herkes bana bakıp, "Aman Allah’ım, ne kadar güzelsin," demişti. Yolda özgüvenle yürürken birden karşılaştık. O da mahallenin gençleriyle karşıdan geliyordu. Beni görünce şaşırmış, gözlerini benden alamamıştı. İşte o an, beni ilk kez fark etti.
O yaz köye gelmişti; kışları şehirde okuduğu için gidip gelirdi. Ben de yazları köyde, kışları şehirdeydim. Sonradan öğrendim ki, o yaz bana aşık olmuş, herkes onun aşkını konuşmuştu, bir tek benim haberim yoktu. Köye geldiğimde kız kardeşi fısıldamıştı bunu bana. İçimdeki mutluluğu tarif edemem. Ama ben çalıkuşu misali hem ona yaklaşıyor hem de ondan kaçıyordum. O yıllarda böyleydi, uzaktan sevilirdi; bakışmalar olur, bazen aracılarla haber gönderilirdi.
Onların evi anneannemin evine yakındı, üç kız kardeşi vardı. Ona daha yakın olmak için kardeşleriyle dostluk kurdum, sonra gerçekten sevdim onları. Onunla ilgili olan her şeye içimde bir yakınlık duyuyordum: evi, annesi, kardeşleri… Fakat küçük bir tartışma yaşandı ve köyden ayrıldım. Aradan aylar geçti, ondan hiç haber alamadım. Sadece köye gidince duyabilirdim ondan bir şeyler. Bir gün dayanamadım, köye gittim. Ama öğrendiklerim canımı yakmıştı: köydeki bir kızla nişanlanmıştı. Üstelik o kız benim arkadaşımdı. Üzüldüm ama belli etmedim. Sadece gözlerine dikkatlice baktım; anlamıştı. Sonra evlendi, çocukları oldu. Ben de evlendim, ama yıllarca rüyalarımdan çıkmadı.
Bu, söylenmemiş bir söz, yarım kalmış bir histi. Sanki köye gitsem beni hâlâ orada bekliyor gibiydi. Hayalimde hep aynı kaldı; ne ben büyüdüm, ne o. Sonraları hep aynı sevgisizlik, hep aynı döngü. Artık hesaplaşma ya da veda etme zamanı gelmişti
Onun karşısına dikilip sessizce konuştum:
“Seni affediyorum,” dedim. “Beni sevdiğini, birlikte mutlu olabileceğimize inanmıştım. İkimiz de babasız büyüdük, bu yüzden sana yakın hissediyordum kendimi. Ama insan, kendine bakmaya cesaret edemiyor değil mi?
Sessizce birbirimize baktık. Artık onun bakışlarında bir açıklama aramıyordum. Yıllarca bir gölge gibi rüyalarımı girmiş, sonra kaybolmuştu. Şimdi içimde bir huzur vardı. Son sözlerimi söyledim:
“Kızgın değilim artık. Seni ve geçmişin gölgelerini ardımda bırakıyorum. Artık sen, yolumda bir engel değil, geride kalmış bir izsin.”
Bu sözlerin ardından içimi garip bir huzur sardı. Sanki onunla birlikte geçmişin tüm ağırlığını da bırakıyordum. Ama tuhaf bir şey oldu, içimde bir şeyler koptu, o an hava boğucu bir sıcağa dönüştü. Birden koşmaya başladım… Korkuyordum. İlk kez geçmişten, anılardan silinen eski sevgilinin izlerinden kaçıyordum. Onsuz bir geçmişin yalnızlığı içimi kapladı. Gençliğime dair bir hatıranın silinmesi beklenmedik bir hüzün getirmişti.
Duraksadım, geri dönüp ona sarıldım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Saçlarıma dokundu, gözyaşlarımı sildi. Bir süre bakıştık, ardından sırtımı dönüp yürümeye başladım. Yol artık ağaçlık bir alana dönüşmüştü. Geriye baktım, o yoktu. İleride çiçeklerle dolu yemyeşil bir bahçe belirdi. Hafif bir melodi eşliğinde yürüdüm. Karşıma bir deniz çıktı; yalınayak kumsalda yürüdüm. Denizden gelen esinti saçlarıma değiyordu. Beyaz, uzun bir elbise vardı üzerimde. Kumlara oturdum , eteklerimde ki taşları birer birer denize attım.
Gözlerimi açtım, yine gardaydım. Tren önümde bekliyordu. Koşarak bindim ve yüzümde bir gülümsemeyle yeşil vadilere doğru yol aldım.
(Belki başka bir yolculukta...)
.