Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
hi
hikayem

Aylak Yıllar 1

Yorum

Aylak Yıllar 1

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

264

Okunma

Aylak Yıllar 1

Sigara dumanından birbirimizi göremediğimiz dikim atölyesinde, malzemeleri yakmadan, dükkanı kül etmeden son isimleri de yazdık kağıtlara. Herkes de bir sessizlik ve kararlılık vardı.
Bu geleneksel tören beş ya da altı yıl önce kendiliğinden başladı. Sonraki zamanlarda aramıza katılan arkadaşlarla sayımız on beşi bulmuştu. Yaş gruplarımız farklıydı, beni on sekiz olarak ortalama yaparsak, benden iki yaş küçük, iki yaş büyük arkadaşlarımızda vardı. Herkes birbirine kardeşlik ağabeylik ya da akranlık yaparak birlikteliğimizin sürmesini sağlardı. Aylaklık yapanlarımız olduğu kadar okula gidenlerde vardı, çalışanlarda, kendi iş yeri olanlarımızda vardı.
Yılın çoğunu kış olarak geçirdiğimiz aylara sahip küçük bir yerdi yaşadığımız şehir. Geriye kalan dört ya da dört buçuk ayın yakıcı güneşinde de yazı yaşayan bu küçük yerde herkesin birbirini tanıması kaçınılmazdı. Tanımak dediğime de bakmayın, sima olarak mutlaka bir denk gelmişlik olurdu birbirlerine bir yerlerde. Pastanesinden lokantasına, okulundan bilardo salonuna, gazinosundan kahvehanesine kadar sosyalleşmeyi sağlayan bu mekanların sayısı en fazla beşti. Bu kadar küçük bir şehrin, birbirlerini farklı yollarla tanıyan sağlam bir arkadaşlık grubu oluşmuştu kendiliğinden. Kimimiz okuldan tanıdığını mahalledeki arkadaşıyla tanıştırarak, bazılarımız mahalleden tanıdıklarını işyeri olanlara tanıtarak grubumuzun büyümesini sağlamışlardı. Ben ven en yakın dostumun tanışıklığı ise, arkadaşımın babasının görev yerinin bu şehre düşmesi ve alt kat komşumuz olmasıyla başladı. Birimizin derdi hepimizi gererdi. İçimizden birinin isteği zamanla bizimde dileğimiz haline gelirdi.
Hesapsız sualsiz, aklın bir karış havada olduğu en mutlu yıllarımızdı. Aklımız farklı çalışır, bazı duygular mantığımızın önüne geçer, deli kanlılığın tavan yaptığı ve kalabalığımızın bizi güçlü yaptığı yılların aylak gençleriydik şehrimizde. Yüz kızartıcı hiç bir olayın içinde olmadık çok şükür. Ama yaptıklarımızın neticesinde utanmadık da değil. Birbirine komşu olanlarımız da vardı, aynı mahallede oturanlarda yada şehrin farklı yerlerinde yaşayanlarımızda. Zaten kendini kassan, arkadan alacaklı kovalıyormuş gibi koşsan bir iki saate şehrin bir ucundan öteki ucuna varırdın.
Aylaklık yapardık, mahalleden kızarlardı bize, okuldan gıcık kaptığımız öğretmenlerimizde olurdu, bizi sinir eden müşterilerimizde vardı, kılından tüyünden, tipinden nem kaptıklarımızda olurdu. Sokağın yaşam alanı olduğu, kimsenin kimseyi satmayı dahi aklından geçirmediği, mahalle dayanışmasının bulunduğu, insanlığın henüz günümüzdeki kadar yabancılaşmadığı mandalina kokulu sobaların yandığı evlerimizde zaman geçirmek yerine arkadaş grubumuzla zaman geçirmeyi tercih ederdik. Bütünlük olmazdı ama çoğunluğu sağlardık. Bazen aklımız yetse gücümüz yetmezdi, bazen gücümüz yetse adımız karalanmasın diye bireysel olarak kimseye ses çıkarmazdık. Lakin biz bir araya gelince şeytan bile yanımızda namaza dururdu vesselam.
İçimizden biri toplanalım dedi mi, birilerinin burnundan yine süt akımı başlayacaktı. Bizde de merhamet vardı ama vicdan hak getire. Sistem kısaca desemde uzunca anlatırım zaten, o yüzden ben anlatayım kısa mı uzun mu siz karar verin. Kişi başı kağıt, kalem ve her kişinin aklında en az on, en fazla on beş isimle başlanırdı yazılmaya. Herkes kağıda aklındaki on beş ismi yazardı. Sonra aynı olan isimler kalır, farklı isimleri de bir sonraki buluşmamıza saklardık. Bu yöntemle elene elene son bir isim kalırdı geride. O da bizim ortak düşmanımız olurdu.
Bu yöntemle elde ettiğimiz ilk düşmanımız, şehrimizin beş lisesinden birinde öğretmendi. Neymiş efendim sen nasıl olurda bizim arkadaşımızı sınıfta bırakırmışsın. Nasıl bırakmasın ki, bırak sınavı geçmeyi, normal bir öğrenci arada da olsa okula gider değil mi. Gittiği günlerde defter zaten tek kağıt, bir de hangi derste hangi konu işlenecekse ilgili kitabın o sayfası başkada geriye bir öğrenci profili için gerekli olan kıyafetler. Dönem bitmiş, farklı memleketlerden gelen öğretmenler memleketlerine, uzak köylerden gelen yatılı öğrencilerde geriye dönünce, küçük şehrimiz neredeyse cebimize girecek kadar ufalmıştı. Düşman belli plan hazırdı. Tek yapmamız gereken ortalıkta aylak aylak dolaşıp günlerin geçmesini beklemekti.
Kalabalık arkadaşlık grubumuzdan birinin araba hayali hepimizin ortak isteği olmuş bunun içinde günden güne ya harçlıklarımızı biriktirerek yada çalışanlarımızın maaşlarından ayırdıkları ufak miktarlarla bütçe oluşturmaya başlamıştık. Güneşin gökyüzünü kızıla boyamaya başladığı saatlerde aynı tepeye yakın çevre yolunda toplanmaya çalışırdık, ellerimizde çekirdekler. Biryandan birbirimize eşek şakaları yapar biryanda da şaka yollu dertleşirdik. Gecenin bizim için sonu ya arkadaşımızın dikim atölyesindeki sohbetin ardından ya da organize sanayideki bir diğer arkadaşımızın karşılıksız aşkının acısını dinledikten sonra gelirdi. Yol alırdık evlerimize doğru ve yine devam ederdi konuşmalarımız. Ufak gruplar halinde ayrılırdık birbirimizden, almak için hayalini kurduğumuz o arabanın yada bizim aşığın karşılık bulamadığı sevdasının oturduğu camiye yakın evin önünden. Belki de evlene bilirlerdi ileriki bir zamanda, eğer ki kızın babası imam, bizde şehrin aylak takımı olarak kötü bir imaja sahip olmasaydık.
Eve varmamıza bir sokak kala hep aynı adamı dışarıda dolaşırken gördüğümüzün bilmem kaçıncı günüydü. Gece gördüğümüz yetmezdi birde sabahın köründe aynı yerde görürdük sabahları ekmek almaya giderken. Hayırlı olsun Allah kaza da belada vermesinde bir insan bir arabayı bu kadar mı seve bilirdi. Yeni almış kimse zarar vermesin diye sınır nöbeti tutan tek asker kıvamında dolanıp dururmuş arabasının yanında. Kahveye giderdi bazılarımız, kimimizin yaşı yetmezdi içeri girmeye. Kahvecide sırf gıcıklık olsun diye almazdı bizi, tüm ısrarlarımıza rağmen. Sinir olurduk olmasında şimdilik bir şey diyemezdik mevzuu başkaydı. Herkes günlük yaşantısına muntazaman özen göstermek zorundaydı. Aşkına karşılık bulamayan arkadaşımızın yarasına deva olmak adına sabah akşam öğlen ikindi yatsı hiç bir namazı kaçırmamaya çalışıyoruz. Kahveciye ayıracak zaman hemen hemen hiç yok. İmama yaranacağız diye abdesti de camide alıyoruz. Evdekilerde bu durumdan oldukça memnun. Nasıl memnun olmasınlar, vakit namazlarını geçtik cenaze namazlarını bile atlamıyoruz. Geç gidiyoruz eve, neredeydiniz sorusuna camiyeydik cevabını alan kimse üstümüze de gelemiyor. Hele akşamla yatsı arası imamın etrafından ayrılmıyoruz. O anlatıyor, birimiz hariç herkes orda dinliyor yada dinliyormuş gibi yapıyor. O gelmeyen vicdansızda imam bizle sohbet ederken, sohbetin farklı şekliyle kızının gönlünü yapmaya çalışıyor. Garibim ne mutlu oluyordu. İmam da yavaş yavaş bize güvenmeye başlamış gelene gidene hatta gelmeyen gençlere bizi örnek gösteriyordu. İçten içe gülmemize rağmen dile dökemiyor olmanın acısını da yaşıyorduk kendi içimizde. Sıradaki ezanı sevip de kavuşamayanlar için hiç okumadı müezzin ama selamızı severek okuyacakmış gibi ince bir sırıtma olurdu yüzümüzde baktığında. Seziyordu bir şeyleri ama ardımızda imam var ya konduramıyor. Fakat biliyor ki, katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsini sevdiğim cinsine çeker.
Her şey tıkırında, bize serseri aylak takımı diyenler bizlerden birini görünce aferini çekiyor, sırtımızı sıvazlayarak ya daha fazla öğüt veriyor yada başı önde yoluna devam ediyor. Bu imajla değil imanın kızını müftünün kızını istesek alırdık bizim aşığa. Ayakta durmaktan sıkılmış birde tabure çekmiş altına araba nöbetindeki amcamız. Bizde araba almak istiyoruz alanı da kıskanıyoruz. Ufaktan da ayar olmaya başladık ama zamanı değil hem de listede ilk sıraya gelmesi lazım. Dert bir değil ki arkadaş, araba hayalimiz var ama hiç birimizde ehliyet yok. Hem nasıl olsun ki ufacık şehrimizde tabanvay ulaşım için oldukça yeterli bir vasıta. Sürücü kursuna veresiye yazılmak istese de yaşı elverişli arkadaşlarımız, sürücü kursunun sahibi Nuh der peygamber demez bir inançsız çıktı. Cami cemaatiyiz diye de havamızı attık ama yok işlemedi imansıza. Hayallerimizin bacaklarını kırıyor bu sürücü kursu sahibi. Bardak giderek doluyor ama taşırmamak için içip duruyoruz derdimizi.
Aşıkları bir araya getirmek için yine bir akşam yatsı namazları için camideyiz. Şehrimizin tek ama küçük, cüsseli ama mırıldak camcımız, saf tutarken yanımda durunca, benim film kopma noktasına geldi. Ya bir insan mırıldana mırıldana nasıl namaz kılar anlamam ki. Canımız namazda değil ki kulağımız ezanda olsun. Zar zor geliyorum camiye birde camcı amcam ruküde secdede kıyamda oturuşta hep mırıldanıyor. Konsantrem sıfır sıfır sıfır. Eskilerden de sevmezdim, bireysel gıcığım adama. Mahalle aralarında top oynarken kırdığımız camları bile takarken mırıldanırdı. İmamla başlayan sohbetimizin konusu da ahlak ama o da bize uzak. Çoğunluk olarak camideyiz, geri kalanlarda ne olur ne olmaz babında imamın evinin etrafında gözcülükte. Ne olursa olsun hiçbir koşulda tedbiri elden bırakmayız. Derin duygu ve düşüncelere dalıp imamımızın sohbetinden en iyi şekilde faydalanmaya çalışıyorum. Ulan dürtüklemeyin arkadaş, bende tik var ya. Cemaatin içinde haykırarak o manevi ortamın huzurunu az biraz bozdum ki iyide oldu. Müezzin ortalık da yokmuş onun haberi için abdestimi bozdurdular bana. Daha yatsıya da var vakit, evi de uzak. Abdest tazelerken de görmedim. Bizimkilerde boş bulunmazlar görev noktalarında ki yakalanamazlar. Zorla cennetin kapılarını aralamışız eğer yakalanırsak cehennemi bu dünyada yaşatırlar bize. Lan arkadaş abdest alırken bile mırıldanırmı insan. Mırıldak camcı yatsıya yetişmiş başlattığımız sohbet akımına o da katılmıştı. Kulağım imamda, gözüm camiyi fır dönüyor, azınlık olarak kalmanın stresi de basmış zaten. Konuşan imam ama ben necip fazıl duyuyorum ‘ ne gece bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar, ne de şeytan bekler bir günahı, benim müezzini beklediğim kadar ‘. Hiç bir şey olmadı. Müezzin gelmedi, biz yakalanmadık. Gece eve dönüş yolunda bile herkes kafasındaki tilkiler yüzünden sessizdi.
Sabah namazına giderken selam verip geçtiğim, dönüşte elimde ekmekler yine gördüğüm araba nöbetçisi bile huylandıramadı beni. Acıdım hatta, yerinden kalkmadığı için de bir ekmek verdim. Aklım müezzindeydi. Lan belki de izin almıştı, onu da bize soracak değildi ya, kime sorardı, imama. Bizde ona sorduk. Tarlayı satmaya köye gittiğini öğrenince bir rahatladık.
Günlük yaşam namazlardan vakit bulunca standart sayılırdı. İşi gücü olanlar işinde, yaşı yetenler bilardo salonu yada kahvede, iki gruba da uymayanlar aylak aylak şehri dolaşmada. Bazen mavi kuşun yanından geçeriz, alacağımız arabanın adı. Bir bakmışsın imamın evinin ordayız bir bakmışın şehrin mırıldak camcısının dükkanın karşısındaki ufacık çay evinde. Mırıldak camcının tabelasını değiştirdiğini de o zaman gördüm. CAMCI ... CAM BENİM İŞİM yazdırmış. Fazlaca açılmıyoruz, zira yapacağımız operasyonun tarihi yaklaşmakta kimse bizi olay yerinin yakınında bile görmemeli. Belirli aralıklarla oluşturduğumuz listeye göre malzemeleri stokluyoruz telefon tamiri yapan arkadaşımızın dükkanına. Elimizde işimize yarayacak her türden malzeme var. Topluca alım yaparsak dikkat çekeceğinden, fırsat ve para buldukça az az almaya özen gösteriyoruz. Müezzin geldi mi acaba diye kendimce düşünüp, aralarında konuşan arkadaşları bile duymuyorum. Yanından geçtiğimiz araba nöbetindeki dayıya kızıp içimizden, sürücü kursu sahibine sövüyoruz.
Mırıldak camcı yine mırıldanarak girdi camiye. Mekan mübarek olmasa bende mırıldanarak sövecem. Git başka yerde dur be adam, sanki yeminli önce bir göz taraması ile buluyor beni, sonra mırıldanarak verdiği selamı başımla almamı bekleyip çöküyor yanıma. Az bir işim var bahanesiyle yatsı namazına kalmadan çıktım. Gözcülük yapan arkadaşlardan da ikisini yanıma alıp, yolda anlattım, aklımda ki tilkinin karın ağrısını. Birkaç gün sürerdi belki ama hiç değilse namaz kılarken rahat ederdim. Bir aydan fazla rahat durup normal insanlar gibi olmak zor gelmeye başlamıştı, kaşınıyorduk. Tabelada bir harf fazlaydı mırıldağın. O fazla harfi, tabelanın ana rengine boyayıp görünmez hale getirince, gecenin sabaha yüz tutmuş saatlerinde kafa rahatlığı ile eve dönmüştük.
Dükkanını açma saatinden önce, yerimizi aldık çay evinin önündeki taburelerde. Görmeyenlere de tabelayı biz gösterip curcuna için ortam oluşturuyorduk. Milleti güldürmüştük sevabımız bol yazılacaktı. Her zaman yaptığı gibi çaycının önünden geçerken dükkana çay söylemeyi de ihmal etmedi. Çayını yudumlarken gördü tabelasını, durdu şoku atlatana kadar birde sigara yaktı. O gün orada duyduğum küfürleri başka bir yerde hiç duymadım. Kesinlikle ilk küfrü icat edenler bunun atalarıydı. Zar zor dizginledik adamı. Bir an korktum da şaka boka sarıyor diye. Hayır kalp krizi yaşına yakın adam. Sakin sakin ama herkese olayı anlatarak ayrıldık oradan. Sövmeseydi iyiydi. Bu ilk bireysel eylem, arkadaşlar arasında kahkahaya sebep olsa da hoş karşılanmadı. Yine de kırmadılar beni, akşamına toplanma kararı alıp listeden camcının adını ilk sırada çıkardık. Mırıldanmayacaktı, sövmeyecekti.
Gazeteciden çıkarken diğer arkadaşlarda ellerinde yapıştırıcı ve zarfla bekliyorlardı beni. Telefon tamir dükanının deposunda harfleri özenle kestik gazeteden. İsteklerimizi anlatan bir mektup oluşturmuştuk sonunda. O mektubu posta kutusuna bırakırken yine aynı yöntemle aynı harfi yeniden sildik. Farklı gün ve farklı arkadaşlar eşliğinde o harf hep silindi. Şehrin diline düşüp, onu görenlerin alaycı konuşma ve gülmeleri sonucunda geceleri nöbetçide koymaya başladı dükkana.
Mırıldak camcı ile uğraşırken fark edemedik. Mavi kuş yerinde yoktu. Uçamazdı ya koca araba illaki biri satın almıştı. Satıcıya sormak yerine dağılıp aramaya başladık arabayı. Sormak olmazdı, birimizin dikkat çekmesi hepimizin başını belaya sokardı. Bulursak alana ana avrad hayırlı olsuna gitme kararı almıştık. Akşam namazı dolayısı ile imamı boş bırakmamak adına gittiğimiz caminin oto parkında gördük mavi kuşu. Lan sürücü kursu sahibinin inadına birde müezzinin yavşaklığı eklenmişti. Sen git tarlayı sat, sonra gel bizim hayalimizi al. Ey iman ehli bizim hayalimizdi o araba, nasıl kıydın lan bize. O araba bizimdi, ölüsü de bizimdi, dirisi de. O bizim mavi kuşumuzdu. Alacaktık biz şekilde onu geri. Giderek artıyordu düşmanlarımızın sayısı. Biryandan bayram yaklaşıyor bir yandan da okulların açılma vakti geliyordu.
Acil durum toplantısıyla bütün detayları hesaplanmış bir intikam planı oluşturmuştuk. Tek tek listeden düşman bulmak yerine, büyük saldırıya başlayacaktık. O gece ve ondan sonraki her gece fırsat buldukça camcının harfi silinmeye devam etti. Ta ki tabelasını yine eski haline getirip, mırıldanmayı bırakana kadar davam etmişti bu. Yıllar geçse de mırıldak camcının adı halk arasında bir daha düzelmedi. Mırıldanmayacaktı, sövmeyecekti. Mavi kuş elden gidince, ulaşım aracı olarak bir at arabası almıştık. Keyifli bir şekilde yeni aldığımız at arabasının modifiyesini yaparken sanayideki dükkan da, atı da arkadaki yeşil araziye park etmiş otunu suyunu vermiştik. Bir yandan modifiye işiyle uğraşırken bir yandan da planlarımızı en ince detayına kadar konuşuyorduk.
Yatsı namazının bitiminden sonra yok olduk ortalıktan. Belirlenen saatlerde belirlenen yerlere varmak için dağılmıştık. Bir kaçımız ana cadde de beklerken, iki kişiyi ne olur ne olmaz babında kara kolun yakınında bıraktık. Yarımız da çevrede görünmeyecek şekilde sığınmıştık geceye. Kalanlar da müezinin evinin önündeydiler. O akşam ve sonraki her akşam, imkanlarımız doğrultusunda telefon tamircisi arkadaşımızın da yardımıyla, müezzinin evine giden telefon hattını kesip yanımızda götürdüğümüz telefona bağlardık. İşimiz bittikten sonra yine eski haline getirip sabaha doğru kimseye yakalanmadan dağılırdık. Şahsi hiç bir görüşme yapılmadı o hattan. Ne kadar erotik 90’lü numara varsa aranmış ay başında gelecek faturayı ve detaylı konuşma dokümanıyla çıkacak rezilliği bekliyorduk. Bazı gecelerde hem mavi kuşun hemde nöbetçisi olan arabanın egzozlarını tıkardık. Sabah sabah ikisi de sanayide alırlardı soluğu. Sayemizde iki sıkı arkadaş olmuşlardı neredeyse, ne iyi insanlardık biz. Müezzin deliriyordu da araba nöbetindeki dayı kahrından yıkılmıştı, arkadaşın anlattığına göre. Evladı ölse bu kadar zoruna gitmezdi. Öyle olurdu hep, senin gözünden sakındığına başkaları kıyardı. Caminin otoparkında mavi kuşu geçici boylarla boyarken hüzünlenmiştik vallahi. Boyama süresi biten camiye giriyor yerine başkası çıkıp devam ediyordu. Böylelikle hem kendimizi işe kaptırmamış hem de ortalığı gözetleme imkanına sahip olmuştuk. Boyama işini bitirenler bu sefer camiye hiç girmeden gitmişlerdi. Hazır elleri değmişken imansız kurs sahibini de ziyaret etmek gerekiyordu. Ne de olsa mavi kuşun uçmasında onunda payı vardı. Çoğunluğumuz evlerinde uyurken kalanlarda A harfini kapatmakla meşguldü.
Ertesi gün şehrin sokaklarında 4 tane sürücü Dayı dolaşırken bizde yıkamacının önünde denk geldiğimiz müezzinin dertlerini dinlemeye başlamıştık. Kim yapardı böyle bir şeyi. Ya araçtaki boya çıkmazsa diye başlayıp, arabayı aldığından beri ağız tadıyla süremediğini anlatıyordu bize, gece lastiklerine beton döküleceğinden habersiz. Beton deyip geçmemek lazım yazık iki gün uğraştı lastikleri betondan çıkarmak için. Her yaptığımız işlemde mavi kuştan özürler dilemeyi de ihmal etmiyorduk. Sürücü dayılarda aynı zaman da fark ettiler bir harf eksik dolaştıklarını.
Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. En son hatırladığım banyoda kapının altını ıslak havlu ile kapatıp sigara yaktığımdı. Bayılmışım oksijensizlikten. Devrilirken çıkardığım seslerde olmasa, hastanede değil mezarlıkta bir kişi eksik toplanacaktı kalanlar. Beş gün sonrası da bayram, olmadı bu iş. Odama ha bire yiyecek içecek, tatlı meyve ne buluyorlarsa getiriyor arkadaşlar. Ziyaretime gelemeyenlerde, bu sefer iki harfini kapatıyordu sürücü adayı araçlarının. Şehre biraz neşe getirmek için çabalıyorlardı. Gelende eli kolu dopdolu giriyordu odaya. Olamaz diyorum bu kadar paramız hiç olmadı, neredeyse beni yataktan kaldırıp getirdikleri erzakları koyacaklar, o kadar fazla. Sabahın beşine doğru elimde serum, kapıya doğru güvenlikler eşliğinde yürüyorum. Anlattıklarına göre kovulmamıza sebep olan bizim yamyamlar olmuş. Geri zekalılık da, az da olsa bir zeka belirtisi mevcut bizimkiler direk beyinsiz. Anlamıştım zaten o kadar erzakı alamazlar, ekonomileri elverişli değil. Güya bana getirdikleri termostaki çayı hastanede önlerine kim çıkmışsa satmışlar ta ki topyekün hastaneden kovulana kadar. O saat de taksi gelmez gelse de verecek para yok. Mecburi, bizim tek beygirliye dört kişi binip eve gitmeye karar verdik. Bu arada at arabası da tam istediğimiz gibi olmuş, helal çocuklara. Eve doğru giderken şehrin çoğu yerinde satılık araba ilanları vardı. Sürücü kursunda işlerini bitirenler, evlerine dönerken de boş durmamışlardı. Nöbetçisiw kalan arabanında her yanına satılıktır ilanını yapıştırıp son durağa vardık. Ben uyudum hemen.Film kopmuştu, bizde freni boşalan kamyonet gibi gidiyorduk. Öğlene doğru gördüm bizim araba nöbetçisini elinde reçeteyle arkadaşın çalıştığı eczaneden çıkıyordu. Doktor yazısı bu herkes okuyamaz, arkadaş da burada ilaç yerine Fatiha yazıyor deyince, çıldırmış bizimki yana yakıla doktoru arıyordu. Üzerine fazla gitmemeye karar verdik. Arabanın da satılık ilanlarını kaldırdık her yerden o dersini almıştı yeterince. Gerçi bir suçu da yoktu lakin bir insan bir arabaya bu kadar düşkün olamamalıydı. En azından yolumuzun üzerinden taşınarak ilandaki telefon numarasını ve ev adresini değiştirmeyi de ihmal etmedi. Eşyalarının kamyonete yüklenmesine yardım ederken, rahatlamıştık vallahi. Yardım sever gençleriydik şehrimizin. Her gün, akşam sabah arabasının başında görmekten de sıkılmıştık. Uzaklaşması iki taraf içinde iyi olmuştu.
Fazla sürmedi, dedikodulardan da belliydi. Şehir küçük, bir yerlerde bir nane yeniyorsa kokusu hemen duyulurdu. Müezzinin de kıyameti koptu telefon faturası gelince. Plan tıkır tıkır işlemişti. Beklediğimizden de yüklü geldi fatura. Hele birde öteki aya sarkan kısmında eklenecek olması, faturayı ödemeyi zorlaştırıyordu. Kimseden borç para alamayan utangaç müezzin bizim mavi kuşu satmaya karar vermişti. Uğursuzdu bu araba onun için. Aldığından beri rahat yüzü görmemişti. Ailesi ve yakın çevresi dışında herkes 900’lü hatlardan sonra belli etmeseler de sırt çeviriyorlardı müezzine. Almasına alacaktık da biraz daha fiyat ayarlaması yapmamız lazım geldi, pahalıya satıyor imansız. Bizim millet de ne kadar meraklıymış birilerine lakap takmaya. Adı pornocu müezzine çıkınca epey bir zaman köyüne gitmiş olayı unutturmaya çalışmıştı görünmeyerek.
Hain herif, Öğrenci Sürücü olarak araçlarındaki tabelayı değiştirerek bize gol atmayı becermişti. Ne gereği vardı şimdi bunun az da olsa eğlenmesin mi halk. Yine de aramızda ya da bazı sürücü hatalarında Sürücü Ayı diyerek dalgamıza bakardık. Zeki adammış, keşke grubumuza dahil edebilseydik.
Bayrama kadar sakin geçti günler. Daha öncesinde, yakalanmamak adına en ufak detayına kadar düşünülerek hazırladığımız planlar olduğundan malzeme işini hallettik. Sıradan bayram arifesiydi. Herkes bir şekilde sevdiklerini bayramda mutlu edebilmenin telaşesindeydi. Bizimse aklımızda kırk tilki kuyruğunu birbirine değdirmeden dolanıyordu. Bayram namazından çıkar çıkmaz küçüklük vazifemizi yapmak adına önce evlerimize gidip, aile ziyaretimizi bitirince soluğu imamın evinin önünde aldık. Bizim aşık aşkına karşılık bulamayınca “ madem sen yoksun, her şey seninle yok olsun “ sözünü ilke edinince imamımda suyu kaynamış oldu. İkişerli üçerli gruplar halinde on dakikalık süreler takibinde imamın evine bayramlaşmaya giriyorduk. Ev ahalisinin ne oturmaya fırsatı oluyordu ne de bir önce ki gelenlerle konuşmaya vakti. On beş kişilik biz, birde arada gelip kısa ziyaretlerde bulunanlar, ikramlıkları silip süpürmüştük. Yazık lan adama kızarmış, bozarmış ama sesini de çıkarmamıştı. Sırf bu yüzden onun ayakkabılarına dokunmamıştık. Yatsı namazı sırasında millet namazda ikiden hem ayakkabıların yerini değişmiş hemde sağlam bir yapıştırıcı ile zemine yapıştırmıştık. Allah af etsin. Bayram dolayısı ile müezzinle imam, bir gün biri, bir gün diğeri şeklinde dönüşümlü geliyorlardı. Allah yine af etsin. Bir sonraki gün cemaat öğlen vaktini minareden yükselen karşılıksız acısı içeren bir arabesk parçasıyla şaşkınca beklerken, biz üzerine bir masa dört sandalye kondurduğumuz at arabamızla kahvedeki arkadaşlarımızı ziyarete gidiyorduk. Rüzgarsız bir havada aheste bir sürüşle gayet güzel bir seyyar kahvemiz olmuştu. İçeridekiler gülüyor, kahveci çıkıp kovuyordu bizi. Bir tur atıp şehrin kıyısından tekrar geri geliyorduk. Keyifli bir gün olarak kapatacaktık eğer polis bizi engellemeseydi. Polisin başka işi gücü yok muydu da bizim keyfimizi kaçırıyordu. Belki de kahveci şikayet etmiştir bilmiyoruz. Esnafı bu şekilde bir daha rahatsız etmeyeceğimizin sözünü vererek arabayı zar zor kurtardık polisin elinden.
Kısa süren seyyar kahvehane olayımızdan sonra, at arabamızı sanayiye bırakmıştık. İki arkadaşımız yeniden modifiyeye başlarken kalan on üç kişilik grupta ellerinde tornavidalar şehrin her yerine dağılmışlardı. Ertesi gün, gece ve sonraki birkaç gün boyunca polisin artık bizden başka işi de vardı. Ne kadar araç varsa hepsinin plakaları birbiriyle değiştirilmişti. Polis ve halk bu karışıklığı el ele verip düzeltmeye çalışıyordu. Bizde yine boş durmuyor, gecesin tenhasında kahvehaneyi dışarıdan onlarca farklı renge boyuyorduk. Herkes kendi telaşındaydı ve kimsenin bizi görecek hali kalmamıştı. Sabah kahvehaneyi açmaya gelen gıcık kahvecide ağlamaklı ağlamaklı karakolun yolunu tutmuştu. Millet çıldırmış kahveci delirmiş, polis fazla mesai yapmıştı. Kendi aralarında ne konuştular bilinmez ama bunları kimin yaptığı hiç bulunamadı. Şehirde neredeyse ohâl ilan edilmişti yapanı ya da yapanları bulsalardı...Allah çok af etsin.
Yeni gelir kapımız oldukça tutmuştu. Ortalık bir zaman durulsun diye biraz frenlemiştik. Seyyar bilardo masası haline getirdiğimiz at arabasında hem biz oynuyor hemde kiralamak isteyenlere kiralıyorduk. Nasıl daha önceden gelmedi aklımıza vallahi seri üretim yapardık, okullar açılınca da paraya para demezdik. Çoğu kişi kiralamak için sıraya giriyordu. Özellikle taksiciler müşteri sıraları gelene kadar keyifle oynuyorlardı. Bazı memurlardan talep oluyordu öğlen aralarında kalan zamanı bilardo oynayarak geçiriyorlardı. Talep fazlaydı. Halkımızın sosyalleşmesini sağlıyorduk. Halk da bizim para kazanmamıza vesile oluyordu. Herhalde biz iyi insandık galiba.
Biraz zamana bıraktık kendimizi. Yavaş yavaş camiye gitmeyi de azalttık. Önceden bir sebebimiz vardı şimdi yok. Geçen zamanın ve gelen faturanın neticesinde müezzinde hizaya gelmiş, fiyat da indirim yapmıştı. Bu seferde biz almadık. Aman, ne de olsa eli mahkum satacak birine. Alanı da bulur, onunda burnundan getirip bir şekilde alırdık mavi kuşumuzu.
Güneşin sıcaklığını ve ışığını azaltmaya başladığı saatlerin öncesinde aldığımız çimento, tuğla ve küreklerle öğretmenimizin evinin yakınlarında bilardo oynayarak geceyi beklemeye başlamıştık. Gece dönüşümlü ve gözetlemeli bir şekilde, kapı ve bütün pencereler tuğlalarla örüldü evin. Becere bildiğimiz kadarıyla da sıvadık az biraz. Bu öğretmen için bir başlangıçtı. Başına gelecekleri bilseydi bu haline şükür ederdi. Sınıfta bırakmayacaktı arkadaşımızı. Geldiği günün sabahı umutsuzca kapısı penceresi olmayan evine nasıl gireceğini düşünüyordu. Neticesinde kıra döke, toplaya yapa girildi evin içine. Bizde yardım ettik canım azıcık. Karakola da beraber gittik öğretmenimizle şikayet için. Kim yapardı böyle şeyler akıl almıyor. Madem ki öğretmen, evini çok seviyor, içeri girmek için can atıyordu. Öyleyse içeride kalmalıydı. Okulun açılacağı sabahın gecesi bize pahalıya mal olmuştu. Doksan kilo et cidden pahalıymış. Kasabı da bir kenara not ederek şehre uzak köylerden birinde aldığımız hayvanı kestirip mangalını yedikten sonra geriye dönmüştük. Epey de uğraştık kalan etleri ufak parçalara bölmek için. O gece şehirde ne kadar sokak köpeği varsa ki oldukça çoktu, hepsini toplayıp öğretmenin evinin bahçesine bağladık. Üçünü beşini bağlı getirip tek seferde hallediyorduk. Telefon hattını da kestikten sonra uzaklaştık. Sakinleştiricilerin etkisi de geçmeye başlayınca yükselen seslere uyandı öğretmen.
Elimizde çekirdekler konuşa konuşa eve doğru gidiyoruz. Sabah okul başlayacak ama bizim hiç acelemiz yok.
...
Buraya kadar anlattıklarım sadece bir yaz tatili dönemi boyunca yaptıklarımızdı. Öncesi de vardı sonrası da oldu. Ama o yaz bizim için zirveydi.
Zaman bizim içimizden geçti. Kısa aralıklarla birilerini büyük coşkuyla uğurladık bir yerlere. Bazılarımız asker oldu, birilerimizin okuması için şehir değiştirmesi gerekti, kimileri evlenip gitti. Paketimin bana fazla gelmesinden de belliydi iyiden iyiye azalmıştık. Millet, birer birer kurtulurken bizden, derin derin nefes alıyorlardı, gel gör ki kalanlarımızın aldığı nefes daha ciğere varmadan çıkıyordu dışarı. Eskisi gibi birbirimizle zaman geçiremez olmuş, sırf alışkanlıktan dolayı birde gidilecek yer olmadığından, gün içinde bir şekilde denk geliyorduk. Kalabalıkken konuşmak için fırsat arayanlar, şimdilerde severek susuyorlardı. Daha çok sessizleştik, daha da kapandık evlerimize.
Zaman üzerimize basıp da geçti. Gideneler, kalanları yalnızlaştırırken gittikleri yerde de onları bekleyen başka bir yalnızlıkla tanıştılar. Ne kadar uğraşsak da eskisi gibi olamadık hiç. Bir elin parmak sayısı kadar kalmıştık, kalanlarında gideceği tarih biliniyordu. Bir şeyleri son kez yapmış, birileri ile son kez konuşmuştuk, farkına varmadan. Oysa ilk gidenlerimizi sevinçle yollamıştık. Zamanla uğurlamalarımız hüzne dönüştü. Hiç kimse gelmedi son kalanı yolcu etmeye, hiç kimse kalmadı. Son kalanımızın elini bile sıkan olmadı.

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Aylak yıllar 1 Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Aylak yıllar 1 yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Aylak Yıllar 1 yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
Paylaş
YAZI KÜNYE
Tarih:
9.8.2024 20:41:17
Beğeni:
0
Okunma:
264
Yorum:
0
BEĞENENLER
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL