Bayram müjdeleyicisiydi mutluluğun. Annelerimizin özene bezene; tokasıyla, kemeriyle takım diktiği elbiselerimiz; gıcır gıcır ayakkabılarımız elimizde, geceyi sabah etmekti. Ve yine annelerimizin, insanları kısım kısım ayırmayan tarağı değerdi saçlarımıza.
Bağ Bozumu Şenlikleri’ne katılan Bülent Serttaş sıcaklığındaki
gülümseyişin, hayata konuk olmasıydı Arapkir’de…
Evler soluduğunda,
bayram çeker içine,
bayram üflerdi. Kolonya şişeleri, şekerlikler
bayram dolardı. Eksikliğin değil; samimi izlerin, açık
gönüllülüğün takip edildiği
zamanlardı…
Baba
annemizin,
anneannemizin evinde,
bayramlıklarımız içinde “En güzel ben oldum!” derken, terbiye edilmesi gereken nefse; bir çocuğa çok görülmemesi gereken
bayram sevincinin anlayışı ile hoş görülü yaklaşmaktı
bayram.
Topladığımız şekerler birer yakut, elmas, zümrüt görünürken avuç kaselerimizde; yemeye kıyamaz, en son bitsin diye uğraşırdık… belki de
bayram bitmesin diye.
Düzenli evler, kalem gibi sedirler, misafire verilen değerken; ikramlıklar günler öncesinden hazırlanır;
bayram,
bayram gibi yaşanırdı o
zamanlar.
Ardı gelmeyen
bayram gezmeleri;
dostlukları perçinleştirir, uzakları yakın ederdi. Çekirdek içi olmayan yaşamlar bir avluda toplanır; samimiyet halkası etrafında kenetlenirdi. Ahşap döşemelerin yayıldığı, yer yer gıcırtılı tabanların, yeni yeni emeklemekte olan uzaklığı haber verdiği bilinemezdi elbette.
Rahmetli
babaannemin, “Bir evde iki kız, biri çuvaldız, biri biz.” atasözünü derken,” Ben bizim, ben bizim!” atışmaları yapan biz; birinin iğne, birinin öncü tığ olduğunu, büyüklerimizin
gülüşmeleri arasında sezemezdik o
vakitler.
Ev biz, bahçe biz, duvarda asılı elek biz, kilerdeki sandık biz… Biz kokardı çeşme sesini dinlediğimiz oda.
Bardağın, altından tutularak verilmesi eğitiminin yapıldığı; yerine göre davranmanın, yerine göre konuşmanın inceliği vardı şimdilerde hala süregelen…
Misafirlerin ayak önlerine bırakılan terlikler, çevrilen ayakkabılar… Getirler, götürler, toplalar, kaldırlar… Sevgiyi konuk eden koşuşturmalar… Fevkaladenin fevkinde
zamanlar.
Kahvelerin tadına sohbetlerle varılır; tatlılar, sütlaçlar, niyet temizliğinin simgesi olurdu
bayramlarda.
Gök
bayram eder, yer
bayram ederdi insan ile. Kelebekler diz boyu otların arasında ormanı yaşarken, gözler
bayram ederdi.
Alelade inşa edilmemiş, topaz taşlardan örülürdü köprüler… Bayramlık sabahlara eren
çocukluğumuzda
Not: Bu yazı Asanatlar.com’da yayınlanmıştır. (Temmuz 2023)