11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1557
Okunma
İlk duyduğumda sesin trene ait olduğunu zannetmiştim. Sık aralıkla tekrarı olunca, pek de bir şüphem kalmadı artık. Evet, gök gürlüyordu! Koca bir kış geçmiş ve bırakın kar yağmasını,doğru dürüst bir yağmur bile yağmamıştı şehrimde. Birden, damlaların, bahçemdeki taş zeminde tıkırdayan seslerini duymaya başladım. Tanrım, ne kadar uzun zamandır bekliyordum bu anı... Elimdeki işi bırakıp, hemen siyah kapüşonlu montumu giydim ve dışarıya attım kendimi. Dün geceki dolunay şöleninden sonra, bu gece de yağmur serenadı başlamıştı.
Bahçem, gece ve yağmur!...
Bir köşede dikilip, sessizce beklemeye başladım, ıslanmayı ve seni... Salıncaklar ıslaktı, oturamadım...
Boz bulanık gökyüzü, yıldırımlarla aydınlanıyordu. Ben ise saymaya başladım; bir , iki, üç, dört... Evet, dört kilometre uzakta idi, yağmurun ana noktası. Gök gürültüsü inletiyordu yeri göğü. İçimi... İçimdeki ses korkmadı ondan, ben gibi. Aksine güç alıp, başladı daha bir kuvvetle bağırmaya. Olmayan rüzgara inat esti, savururdu beni sensiz yaşadığım senliğe...
Öyle güzel bir görüntü vardı ki karşımda. Gözlerimi kapamadan hülyalı rüyalara dalmıştım bile. Düşen her bir yuvarlak yağmur damlasının sesi, sesinden ninni oluyordu kulaklarımda. Her bir damla da, aşk adına bulutlardan yere bırakıyordu kendini.
Topraktaki buğulu kokuyu içime çektiğim an, rüzgarsız bir serinlik sardı bedenimi. Sen gibi... Şemsiyesiz ve üşümeyen bir kadındım halbuki...
Ve adı aşk olan şehrimde, şehrimin kokusuna, kirine, pisine, havasına karışıp, gittikçe daha hırçın yağıyordu yağmur. Göremediğim sokaklardaki çöpleri sürüklüyordu. Kaldırımların, arabaların, bahçe duvarlarının ve hatta bahçe kapısının ve üzerindeki posta kutusunun tozunu alıyordu. Binaları yıkıyordu, camlarına lekeli sıçramalar yapıyordu tozlu pervazlara çarpıp. Çatıdaki martılar sessiz bekleşiyorlardı, bahçemdeki ördekler gibi, birbirlerine sokulup. Kedinin biri saçak altında kıvrılmış saksıların yanında, umursamıyor pozlarında, uyuyor taklidi yapıyordu. Bir tren geçiyordu, içinde olmak istemediğim. Çıplak üzüm asma çardağıma, farekulağı yapraklı ayvama yağıyordu yağmur. Gözlerimin önünde zamanın izlerini, yorgunluğunu yıkıyordu. Su olup, doyuruyordu tabiatı, sokağımı, şehrimi...
Bense bir köpeğimiz olsa diye geçiriyordum içimden. Bir doberman...Acaba sever misin diyerekten?
Ben bu şehrin birde, gece ıslak, renkli ışıklarını seviyordum. Islandıkça sanki parlıyor, gözümün önünde günahlarından arınıyordu gibi. Saflaşıyordu, sen gibi... Ben ise, senli günaha bulanıyordum iyice, şehre tezat.
Montumun üzerine yağan yağmur, cebimde olan sıcak ellerime doğru akmaya başladı. Ellerimi çıkardım ve uzattım yağmura, değen her bir damlası, aşk ile öpsün diye. Avuçlarıma biriktirmek istedim şehrimi, yağmurunu. Biriktirip, dudağıma dayayacak, tadına varıp, yemin gibi içecektim onu. Beni sorgulamasına izin verecektim. Bana yağdığı kadar şehrim ve sen olacaktım. Karıştıkça bana, karışacaktım sinsice ona. (Tıpkı susamış toprağa karışması gibi.)
Yağmur, gittikçe daha hırçın yağmaya başladı.Üzerime düşen her damla ile yarışıyordu senli düşüncelerde aklıma düşmek için... Sanki çıktığın hiç oluyormuş gibi... Nefesim gibisin diyeceğim ama, o bile bana soğuk ve oksijen ağırlıklı geliyor, karbondioksit ve su buharı ağırlıklı bedenimi terk ediyordu. Sen ise, bana gelmiş olduğun o ilk ve tek anda , virüs misali tüm vücuduma yayıldın ve kaldın, sabah ezanı eşliğinde, bir pazartesi sabahı. Antikorlarımın seninle savaşmasını yasakladım tek bir sözünle. Sen benim bilinçli kabûllenişimdin. Seni istediğinden çok daha fazla, istediğimden çok daha az olarak aldım içime; sana verdiğim yüreğimin yerine. Avuçlarımda nefesin, avuçlarında ise diş izim kaldı, içine kondurduğum öpücüğüm ile. Yüreğim ise hala kayıp. O pazartesi sabahı, beni eve bıraktığın o çöp kutusunun yanına onu da koyduğunu bilemedim ki uzunca bir süre. Sende ve güvende hesabımla, ayaklarımda aklım gibi beş karış havalarda geziyordum bahçemde, yine bir sabah ezanı okunurken. Ben senleyken hava hep bahardı, hiç yağmur yağmadı ki...
Yağmuru bir görsen; gök yarıldı zannedersin!... Gülümsüyorum! Baksana; İyice bastırıyor yağmur gibi senli sensizliğimde. Yanımdaymışsın gibi konuşmaya başladım artık seninle. Bardaktan boşalırcasına dökülüyor damlalar gökyüzünden toprağa. Yağıyor üzerime! Gözlerimi kırpıştırıyorum arada, sıçrayan damlalar yüzünden.Gözlerim kapandıkça, senli, sensiz dünyamda yerim yarılıyor, dibine geçiyorum. Üzerimizi örtüyorum taze çamur ile. Nasılsa hırçın yağan yağmur damlaları, kapatır aşk ile, topraktaki son kalan izlerimizi de.
Zeynep Tavukçu 4-5/3/7