11
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1275
Okunma


Burası Ümraniye Çakmak mevki, köprünün hemen girişi...kadastroya bakılırsa üçüncü parsele denk düşen; bana sorarsan gözümde günden güne çöken, bu dört yol ağzında sanırsın ki zoraki kafasına silah dayatılıp köşeye kıstırılarak; eli kolu bağlı vaziyette, ne kaçacak bi deliği ne de şansı olan, çarpık yamuk görünümüyle her an üstüme devrilecekmiş gibi duran, mavi badanalı bu metruk bina da sendeleyip duruyo eskiden kalma bir alışkanlıkla...bu apartmana oldum olası sinir olurum...gelgelelim sorgu odasında çözülüp konuşmadığı ve hiçbir burgulu demiri ile kolon arkadaşını ele vermediği için saygı duyuyorum...ne var ki; karşıdan karşıya geçince ilkin akla karayı seçer, her an her yerinden freni iyi tutmayan külüstür bir aracın önüme çıkıp; altında ezilerek on iki bağırsağımı sağa sola fırlatarak asfalta yapıştıracağını düşünürüm...yapar mı yapar piskopat çünkü...artık rüşvetle mi, hangi akla hizmet yapımına müsade vermişler bilmiyorum ama içimden her gün bana böyle berbat bi senaryo çizdirip sonra da başrol oynattığı için ondan nefret ediyorum...
içinden çıkılması hayli zor görünen o güzergãha her gelişimde kazık gibi mıhlanıp kalıyorum yerimde...altına sıçan temkinli vücuduma ’armut gibi böyle hiç kıpırdamadan yerimizde duralım en iyisi! şüpheli halimizi gören meraklı gözcü bi vatandaş -emekli olur, yaşlı olur farketmez biri çıkar nasılsa- emniyeti ya da çekiciyi falan sevabına arar, beni de paketleyip götürürler burdan!’ valla bak! böyle saçma sapan garip şeyler gelmiyo değil aklıma...ama en çok da elime bi kazma kürek alıp şu binaya güzelce bi dalasım, sırayla camlarını çerçevelerini yere indirip hıncımı alasım var... ne bi trafik lambası, ne zebra çizgiler...hoş bi garip yer burası zaten! onların duracağı yerde ben durup onlara öncelik tanıyorum...
yine ordayım...göz göze, kıç kıçayız...benim parçalarım ucu ucuna zar zor denk gelirken, o puşt bina nisbet yaparcasına ’yıkılmadım, ayaktayım!’ diyor bana...’abi yine mi sen!’ diyorum...şu koca fani dünyada bula bula seni mi peşime taktılar!...biri yaşıyor mu abi burda? canlı belirtisi gösteren küçücük ufak bi mikroorganizmaya rastlasaydım iyiydi...iki ayaklılarla başım dertte zaten bari sizinle iyi geçinelim. bi işe yarayın be abi, yalnızlığıma yoldaş olsanız fena mı olur?
...
nasıl bilmiyorum? vızır vızır trafiğin aktığı işlek caddeden bi şekilde sağ selim geçmişim yolun öbür tarafına...Anna dağıtıma çıkmış...ona rastlayınca; yeryüzünde hayatta kalmış son canlı görüntüsü teşkil edecek bezgin sıfatımın da çürüdüğünü görüp rahat bi nefes alıyorum...gülümseyip el sallıyoruz birbirimize...unutuyoruz bazen bu güzelim reaksiyonları...bak ne güzel! o bana el sallıyor, ben ona...kasları duvar gibi gerilmiş yüzümüz bi anlık çiçek açıveriyo...
Leane ile bölüşmüşler yarı yarıya sokağı...Leane’yı görünce Rocky Balboa’nın dolgun alt dudakları aklıma geliyo...farkında değil belki ama gerginken iyice kasıp büzer o tarafını. Rocky’e yakışıyo da Leane’da; sonradan monte edilip yerini yadırgayan, daha ayağının tozuyla adapte olamadan takımdan atılacak defolu yedek bi et parçasıymış gibi eğreti tuhaf bi hava estiriyo orda...ister istemez gözüm hep o çelişkili bölgeye takılıp kalıyo...
o yüzden Leane gülse de, ağlasa da ayırdetmekte zorlanıyorum bazen...harflerin o kusurlu bölgeye birden çullanması onun için bi hayli yorucu olmalı...bu böyledir, hiç şaşmaz! tanıdık olsun ya da olmasın eğer bi yüzün olmaması gereken bi fazlalığı varsa gözünüzü alamazsınız ondan...kafanızı çevirip, arkanızı dönemeyince bu sefer de ’acaba anladı mı? yüzüne vurdum mu kusurunu, çok mu belli ettim? tüh ya! ayıp oldu şimdi!’ v.s kendinizi yer bitirirsiniz sonra...
atıyorum misal, birinde kocaman bi ben mi gördünüz suratının ortasında hemen oraya odaklanırsınız...gargamel taraklı bi burun mu gördünüz yoksa botokslu şişkin dudaklar, silikonlu göğüsler...eyvah eyvah, yandınız!...örneğin ben burnuma takmıştım bi ara resmen psikolojim altüst olmuştu...sağolsun abimle amcam her gün takılıp kızdırınca, ben de saatlerce aynanın karşısına geçip yüzümü incelerdim...anormal de görünmüyodu bana...abimle amcam kendi burunlarına baksınlar önce bi, sanki dört dörtlük burunları varmış da bir de karşıma geçmiş dalga geçiyolar benle:)
gerçekten hassas konular dikkatli olmakta fayda var...her ne kadar bana normal gibi görünse de ’papağan gibi tekrarladıklarına göre bi bildiği var bunların!’ deyip her akşam burnuma yatmadan önce en az bi saat masaj yapardım...yıllara yayarsak ömrümden çalınan yüzlerce saat...hem moralen, hem de bedenen içten bi yıkım sayarım bunu...ne hikmetse bu burunla sınıfın yarısı bana çıkma teklif etti ama n’aber? tamam kabul onların burunları da benim gibi yamuktu biraz:))))
taa ki Abuzer gibi yakışıklı biri karşıma çıktı beni beğendi ’tamam dedim mero bi terslik yok kızım, sen de çok güzelsin!’...tabi ben takmışım bi kere bu buruna, illa kırsınlar şunu, yeniden temeli kazıp düzeltsinler...Abuzer ’yapma etme!’ diyo ’bak pişman olursun sonra!’ yok diyorum benim de kalem gibi ince kalkık bi burnum olsun...bi türlü tatmin olamıyorum...sonunda Abuzer’i de bezdirdim, ’git!’ dedi ’git hele ne diyecekler bakalım!’...
sağdan soldan duymuşum ya bi kere ’psikolojik kaynaklıysa, doktor rapor yazarsa sigorta karşılıyor!’...ben duyunca tabi durur muyum, fırsat bu fırsat hem de bedavaya getireceğiz...hemen randevu aldım bi psikologtan, elimde yandan çekilmiş burnumun profili olan bi fotoğrafla dikildim karşısına...öyle ya adam ters bi şey söylerse gözünün içine içine sokacağım bunu:))))
diyorum ki: ’doktor bey halim ortada görüyosunuz konuşmaya da hiç gerek yok hani, şu işi kökünden çözelim gözünü sevim...sen de kurtul ben de rahat edim uzat şu elini uzlaşalım hadi’...yok adam laftan anlamıyor! resimi elinde evirip çeviriyo bakıyo bi şey görmüyo...her psikolog gibi çocukluğuma iniyo, ordaki beni bulup yüzleştirmek istiyo...bin dereden su getiriyo adamı ikna edemiyorum bi türlü...’belli ki sende çok derin izler bırakmışlar!’...eee bırakmışlar n’olcak? sen naapcaksın peki onu söyle!...’önümüze gelen her hastayı ameliyat ettirseydik ortalık Pamela Anderson’dan geçilmezdi!’...öyle demiyo tabi ben uyduruyorum...dediği aynen şu "benim işim hastamı ameliyat masasına yatırmak değil, ruhunu iyileştirmek önce...bu bir, ikincisi hiçbir estetikçi sana burnunun birkaç sene sonra düşüp eski haline döneceği gerçeğini söylemez, haberin var mıydı bundan peki?"...yooo! şansıma tükürim desene! "bak biz en iyisi şöyle yapalım, önce konuşma terapisiyle bi başlayalım bakalım süreç neyi gösterir, hãlã diretir misin böyle o zaman görürüz"
doktoru son görüşümdü bu...o gün o defteri kapattım...o sıralar bir de güzellik operasyonlarını gösteren bi program vardı...onları seyrede seyrede iyice soğudum...tamponlu burunlar, şişik mor gözler...kimininki güzel oluyo, kimininki olmasaymış daha iyiymiş diyosun...ama en çok da ’ağızdan nasıl nefes alacağım? lüzumu yok kalsın!’ deyip kendimle barış imzaladım...hatta öyle ki seneler sonra gittiğim rutin kontrolde doktorun ’burnunda et var ameliyat olmalısın!’ çağrısını bile duymazdan geldim...onu da birinden duymuştum yine, böyle durumlarda da ameliyat öncesi soruyorlarmış hastaya ’isterseniz estetik dokunuşlar yapabiliriz!’ diye...yok abicim dokunmayın istemiyorum!...
işe bak ya! Leane’nın dudağından hangi ara benim burnuma geldik?
...
Anna gizemli göz kaş hareketiyle Leane’ya çaktırmadan usulca beni yanına çağırıyor...ben de gidecektim zaten ama belli ki daha ciddi bi durum var ortada...kendi kendime ’n’oldu acaba?’ diyorum...düşünceli yüzünde esrarengiz bi keder havası...ilk başta bocalıyor konuya nerden başlayacağını bilemiyo tam olarak...’yine Leane n’aaptı acaba?’ derken "sana çok önemli bir şey söylemek istiyorum, güvenebilecek hiç kimsem yok! bi tek sana açılabilirim...konuşmaya ihtiyacım var!"
-iyi misin? n’oldu?
"offf! kafam çok karışık...nasıl anlatsam?...şeyyy ben..."
-n’oldu ya! neyin var?
"ben biriyle görüşüyorum!"
-nasıl yani anlamadım?
"ya anla işte! biriyle tanıştım!"
-eeee?
"kocamın haberi yok, netten gizli yazışıp konuşuyoruz!"
-e n’olcak böyle peki? bi seçim yapman gerekmiyor mu?
"kocamı seviyorum ben!"
-iyi de bu adam nerden çıktı peki?
"adam olduğunu da nerden çıkardın?"
-heee? hadi ordan! kafa mı buluyosun sen benle?
"şaka kız! bi futbolcuyla tanıştım İtalyan liginde oynuyo..."
-birinci ligde mi, tanıyo muyum peki?
"tanırsın ya Montana’yı!"
-benim tanıdığım bi tane Montana var o da futbolcu değil mafyacı Tony Montana iyi rol keser...
"o kim tanımıyorum!"
-tanırsın ya bizim kereta Al Pacino yok mu onu diyorum...
"hahahaha"
-hakuna matata takma kafana Anna-
Anna karşıma geçmiş tornavidayla vicdanını gevşetiyor şimdi...parça pinçik ettiği onurunu bi ara taksit taksit ödeyecek bize...okumuştum bi yerde:
"İlgisizlik ve yalnızlık içinde olan ‘ben’, yaşamın anlamı edindiği kişi uğruna, kendi ben’i üzerinde işlediği ufak tefek cinayetlere sessiz kalır."
-şimdi bu bir rüyaysa diğerleri neydi?..
m.g