4
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
491
Okunma

Yaklaşık yüz hanelik,elektriği,suyu,sağlık ocağı olmayan bir köyde 1.5 kg. olarak dünyaya gelmişim.
Hiç kimse yaşayacağıma inanmıyormuş da, öyle bir tutunmuşum ki hayata, birkaç ay sonra turp gibi olup herkesi utandırmışım.
Babam Kars’ta asker olduğu için fotoğrafımı göndermelerini istemiş. lk zamanlar üzülmesin diye hep saklamışlar. Ne zamanki kilo alıp hayata tutunduğum anlaşılınca, köyde fotoğrafçı olmadığı için benden altı yaş büyük halam ve anamla birlikte şehire götürülmüşüm.
Halam, ayaklarına giydiği nalının (kalın tahta terlik) betonda çok güzel ses çıkardığını duyunca habire ayaklarını yere vuruyor, anacığım da "kaldırsana ayaklarını ayıp" diyerek kızıyormuş.
Halamın kucağında çekilen fotoğrafım babama gönderilmiş.
Kafasında hiç saç olmayan tosuncuk gibi beni "neyin olmuş" diye soran arkadaşlarına "oğlum" diye cevap vermiş babam.
Senelerdir, herşeyi tek başıma yüklenişim de bundan olsa gerek.
Mahallede aynı yaşlarda beş kız ve daha fazla erkek çocuğuyduk. Gece gündüz sokaklarda oynamadığımız oyun kalmıyor, oyun oynarken analarımızın tembihlediği işleri unutup çok dayak yediğimiz oluyordu.
Analarımız işten yorgun argın gelip, köy çesmesinden sırtlarında testilerle su taşıyıp, gaz lambası ışığında çamaşır yıkıyorlardı.
Evlerimiz, her yağmur yağışında her yerinden damlayan kerpiç evlerdi.
Hatta bir keresinde o kadar çok akıyordu ki, her taraftan damlamasın diyerek damın tam ortasından kocaman bir delik açıp altına da üzüm bandırma kazanını koymuştu babam.
Bizler herşeye rağmen çok mutluyduk, köyümüz bizim dünyamızdı, herkes aynıydı ve daha iyiyi bilmiyorduk.
Dedem, Salı günleri eşekle şehir pazarına gidiyor, akşam olacak da pazar ekmeği ve helva getirecek diye dört gözle yolunu bekliyor, geldiğinde mutluluktan havalara uçuyorduk.
Üzüm bağlarımız köye çok uzak olduğu için yazları bağ evlerimize göçüyor,okullar açıldığında hala oralarda olduğumuz için okula eşeklerle gelip gidiyorduk.
Sineklenen ve ürken eşeklerimizden günde kaç kez düştüğümüz oluyordu da, sanki görünmez bir el tarafından korunuyorduk, hiç birimize birşey olmuyordu.
Giyeceklerimiz, seneden seneye mahsuller kalktığında alınıyor, yer oçağı veya mangalla ısınılıyor, her iş imece usulü yapılıyor, herkes herşeyini birbiriyle paylaşıyor, kimse yalan
dolan bilmiyor, kapılara kilit bile vurulmuyordu.
Bu güzelim insanların bu hale nasıl, neden ve niçin getirildiklerini bir türlü anlayamıyorum.
Tüm insanlığı eşitleyen ölüm bile ders olamıyor, insanlık gün be gün biraz daha can çekişiyor, kazandıklarımız, kaybettiklerimize değmiyor artık yazık ki