10
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
1181
Okunma
karnımda başlayıp, boğazıma yükselen bir boşluk. içimden çığlık atmak geliyor; bu boşluk hissinden kurtulmam buna bağlıymış gibi.
sandalyemde otururken, sınıfın gürültüsü kocaman iki el olup boğazıma yapışıyor. gürültü arttıkça boğazımdaki ellerin baskısı artıyor.
yanıma gelip resimlerini gösteren çocuklara “ çok güzel, şuraya bir şeyler daha çizebilirsin…” tarzı yorumlar yaparak başımdan savmaya çalışıyorum. hayır, ilgisiz ya da sevgisiz olduğumdan değil; can çekişiyorum fakat bunu belli etmemeye çabalıyorum.
bitmek bilmeyen kırk dakikanın sonunda çantamı, telefonumu ve kupamı kaptığım gibi yerimden fırlıyorum fakat sarılmalar, şikayetler, istekler, tekrar tekrar gösterilen resimler nedeniyle beş dakikada ancak kendimi kapının dışına atabiliyorum. koridor boyunca zoraki gülümsemeler, el sallamalar, öpücük atmalar devam ediyor. yüzlerce çocuğun gürültüsü ve koridorda sektirilen topun beynimde çınlayan sesiyle birlikte mutfağa gidiyorum ve kupamı yıkayıp yeni çay doldururken, gizlice beni takip ettiğini sanan birkaç bıcırığın “ öğretmenimiz yine bulaşık yıkıyor.” kıkırdamalarına ben de katılıyorum.
çay ocağının başındaki kısa sohbetlerden sonra nöbet mahallime giderken kazağımdan, çantamdan asılan minik dedektiflerim kıkırdaya kıkırdaya “ biz de nöbet tutacağız.” diyorlar. peki, diyorum ve koridor boyunca gezip, uyarılarda bulunarak sınıfları dolaşıyorum. itişe kakışa sınıfa giren kız öğrenciye “ cezalısın, uzat elini.” dediğimde gözlerinde beliren endişeli soru işareti, elindeki krakerden birkaç tane alıp ağzıma atınca gülümsemeye dönüşüyor. koridorlar, sınıflar, merdivenler… sigara odasına girdiğimde, neşeli hallerime alışkın arkadaşlarıma “selam gençler!” diye gülümseyerek en yakın sandalyeye düşüyorum ve işte o an: geze geze soğuyan çayımın yanına yaktığım sigaranın dumanı imdadıma yetişiyor.
ders, nöbet, trafik, ev işleri derken geçip giden günün sonunda kedimi kucağıma alıyorum. gerginliğimi hissetmiş gibi hiç yanıma gelmeyen kedim, ağzını kocaman açıp esnerken, kafasını göğsüme bastırıp öpüp okşamaya başladığımda gerginliğimin azaldığını hissediyorum. biraz konuşuyoruz, biraz bakışıyoruz, biraz sıcaklığımızı veriyoruz birbirimize. sonra göğsümden inip yanıma yatıyor ve sırt üstü dönüp karnını, boynunu, çenesini sevdiriyor. saatlerce okşasam hoşuna gidecek belli. keyiften salladığı kuyruğu vücudumu gıdıkladıkça kahkahalar atıyorum.
“hadi anneciğim, kahve içelim.” deyip koltuktan kalkmamla peşime düşüyor. ben mutfakta kahve yaparken, o, sandalyeye yerleşip beni izliyor; her hareketimi. “insan olsan mutlaka kahveyi sen yapardın arada.” diyorum; tatlı tatlı miyavlıyor.
insan insana iyi gelir mutlaka ama kedim bana herkesten daha iyi geliyor işte. hayvan demeye dilimin varmadığı bu güzelliklerle yolum kesiştiği için kendimi çok şanslı hissediyorum.
içimdeki boşluk sevgi, merhamet ve minnetle dolarken, sigara yakmamla gözlerini kırpıştırıp diğer koltuğa geçen oğluma bir öpücük gönderiyorum, “ bir eve üç yeşilaycı çok fazla.” derken.