9
Yorum
13
Beğeni
0,0
Puan
1627
Okunma

Gökyüzünde kanat çırpan güvercinler ve kuşlar ne kadar da güzel özgürlüğü simgeliyordu.
Hem bana ne ki kuşlardan! Ne beni sevdiklerime götürebilir ne de onları bana getirebilirlerdi.
Kime uçarsa uçsunlar dedim hüzne düşerken yüzümün resmi.
Gün bitimine yakın eve doğru hızlı ve terlemiş olmamla birlikte daha da hızlı adımlar ile yürüyordum.
Spor ayakkabımın içinde ayaklarım şişmiş, tabanlarım ise şikâyet edecek bir merci bulsa "akılsız başının derdini bana yükledin" dercesine âdeta inliyordu!..
Şehir artık alacası kaybolan karanlıkla iç içe geçmiş, sokak lambaları yanmıştı. İnsan kalabalığı caddelerde seyrekleşmiş, trafik gün içinde olduğundan daha da fazla yoğunlaşmıştı.
İnleyen sadece ayaklarım değil, Akşam ezanı da inil inil inliyordu şehrin tüm minarelerinden.
"Aziz Allah" derken dilimle
Kendi kendime de arada öfkeleniyor "ne var be kızım bu kadar yürüyüş yapacak bak karanlığa kaldın" diyordum.
Hoş evde merak edecek kimsede yoktu.
Telefonumdan açtığım müzik sesini kulaklığa veriyor son ses dinlerken ezanın bitiminde farklı farklı düşüncelere dalıyor ne kadar adım attığımın farkına varmıyordum. En son telefonumdaki "on bin adımı tamamladınız" mesajı geleli yarım saati geçmişti.
Evimin bahçesine girdiğimde
Merdivenleri step tahtası gibi düşünüp on dakika kadar daha orada egzersiz hareketleri yaptım.
Kendimi ne kadar yorduğumun hiç farkında değildim, tâ ki,
kapımın önüne gelip, kulaklığı kulağımdan çıkarıp anahtarı cebimden alıp kapıyı açana kadar.
Evimin kapısını açtığımda çıkmadan önce aydınlık olan koridorum karanlığa sarılmıştı.
Her şey eşyalar huzur içinde sanki uykuya dalmış gibi sessizce beni bekliyordu.
Vefalı idiler, ben onları atmadıkça sabit duruyor, bana ihtiyacım olan hizmeti sunuyor ve rahatlık sağlıyorlardı.
Ev içinde yaşayan tek canlı ben olduğum için duyduğum tek ses burnumdan soluduğum kendi nefes sesimdi.
Üzerimde yürüyüş sonrası teri soğumak üzere olan kıyafetlerimin vücuduma yavaş yavaş ürperti vermeye başladığını hissederken öncelikle bir bardak su içtikten sonra ışıkları yakmadığımı da fark ettim.
Üşüyordum,
Musluktan akan suya önce işaret parmağımı değdiriyor su parmağımı sanki ısırmış gibi hissediyor çekiyordum. Sonra yavaş yavaş diğer parmaklarımı ıslatıyordum.
Buna rağmen soğuk suyla buluşan ellerimden vücuduma sanki büyük bir şok verilmiş gibi vücudumdaki bütün tüyler ürpererek etlerime diken diken batıyordu...
Kendimi o an kutuplarda olan büyük buz kütlesine çırılçıplak atılmış gibi hissediyordum...
Sıcak bir duş almak için banyoya yöneldiğimde evdeki sessizlik, ürperen bedenimin verdiği titreme biraz korkuya neden olmuştu.
Kendi kendime "acaba hastamı oluyorum" diye düşünmeye başlamıştım. Ki... "ne hasta olması?aklınla bu gün aran açık kes saçmalamayı" diye iç sesimle kendime kızıyordum!.
Saat yirmi iki sularını gösteriyordu...
Artık geceye tamamen teslim olmuştu düşüncelerim ve sıcak duşun iyi geldiği bedenim!
Sanki gevşemiş ve ısınmıştım.
Saçlarımı kurutmak için Fön makinesini alıp aynanın karşısına geçince fön’den gelen hızlı ses ile huzursuz olduğumu anlayıp fişini çekmiştim...
aynada biraz kendimi izleyince ne kadar mutsuz olduğumu bir kez daha fark ediyordum...
Saatlerce yürüdükten sonra kendimi iyi hissedeceğimi düşünmüştüm fakat iyi değildim...
Kaderin buğulu aynasında ağlamaklı olan halimi izlerken
Yüzümdeki ışık, gözümdeki fer sönmüş bir kandilin geriye kalan isi gibiydi siyaha çalan göz kapaklarım! Gözlerimin içi ise her an kanamalı bir organı andırıyor, dokunsam telime bin ah ile kanlı yaşlar dökmeye meyilli gözüküyordu..
Tütsüsünde hafif hafif yanan et kokusu gibi ciğerimin kokusu nefes alıp verdikçe burnumu sızlatıyordu.
Ne idi beni bu kadar dibe götüren düşünce
Geçmişim miydi?
Sanki kendimle hesaplaşmam gereken bir değil birçok davam vardı.
İçimde sahipsiz tufanlar kopuyor, dışıma da yansıyordu.
Özgürlüğü yaşamak isteyen durumum pek iç açıcı değil, kimseye mahkumiyetim olmasa da! düşüncelerim hücrede tutuklu bir mahkûm gibi tutsaktı!
Aynanın karşısında ıslak olan saçlarımı tararken bu düşünceler ile tarağımın sürekli boyadan ıslanınca sertleşen saçlarımla mücadelesi beni iyice germişti. Tarağı daha da sert, saçlarımı yolarcasına geçiriyordum kafatasımın içi acı dolu, dışı ise beni ısıtmayan güneşi andıran sarı tellerine...
Son kez aynaya bakıp kendimi mutlu ol diye telkin etmek yerine
Bir kez daha küfrettim hayatımdan gidenlere, ve onun dönüşünü bana getirmeyen umutsuz dileklere...
Belki de yine kaybetme nöbetindeydim
Bedenimde kaygı hastalığı atağa geçmiş, konuşmaya başlasam kekemeliğim artıyordu...
Kelimeleri bir araya toparlayamadığım sözler ile cümle kurmaya çalışıyor
"yine neyin habercisi bu titremelerim" diye duvarlara, kapıya, pencereye sesleniyordum cevap beklemiyor olsam da tavan üstüme çöküyordu.
Yalnızlığıma yoldaş olsun diye
Ocağa bıraktığım
Bir demlik dolusu çay kaynadıkça ocağa taşan su sesi ile
"Evet evet çay" dedim.
Birde İçmeyi beceremediğim bir paket sigara vardı mutfak dolabının içinde ve gözüme çarpan hatıra defterim..
Üzerime giyindiğim eski pijama takımımın üstüne giyindiğim annemin hırkası ile mutfakta bulunan sarı koltuğuma oturdum.
Sıcak çayımdan bir bardak aldım kırkıma ermeden titreyen ellerimle,
ömrümde kullanmadığım, dahi şeklini görmediğim, sanki beni içmeden sarhoş edecek alkol gibi, çayıma sığınıp içip içip ağlamak istiyordum.
Sigarayı bırakalı uzun yıllar olmasına rağmen bir adet aldım. Denemek istiyordum. Uzun zamanın sonunda dudaklarımla buluşmasını, belki de bir öpücük hissi verecekti!
Sigarayı yaktığımda ciğerlerimin dumanı ısrarla kabul etmeyişini boğazımda oluşan gıcıktan anlıyordum. genzimi yakan ve öksürten acısının iyice tadımı kaçırdığı aşikardı.
"Sen bile beni terk ettin" diye kavgaya tutuşuyordum.
Bir nefes çekebildiğim sigarayı öfkeyle kül tablasına basıp tüm hıncımı ona yüklercesine iyice bastırarak un ufak etmiştim ve sonrasında tüm paketi...
Kendi kendime sanırım bir arabesk gece yaşama hayali içindeydim ki fazlası ile yaşıyordum da.
Eksik olan sadece acılı bir şarkıydı
Ama açmadım!
Şarkı yerine
Gözüme ilişmiş olan
Hatıra defterimi alıp kapağını açmıştım.
Tam yedi yıl sonra;
Karşımda aşağılık bakışlar atan resmi vardı ismini bile yazmak istemediğim onun!
Öpmek isterdim aslında masum bir buse kondurarak
Baktım da;
İçimden gelmiyor artık!
Sadece göz ucu ile bakıp gün görmemiş küfürler etmek istiyordum, bana gülmeyen, başkasına hoş görünen yüzüne!..
Ona en son olarak karaladığım şirimsi bir yazı vardı...
"Ah nefes sesin sevgili
Ah diyordum!
Beraber ölmek vardı şimdi her tonunda
Gizemine kapılırken her kaçışımdan tekrar tekrar davetkâr sözlerine yakalanmak!
Baştan aynı acıya yalın ayak koşmak
aynı tuzağa düşmek
Nefesindeki garip buğunun girdabına dalmak ve boğulmak
Kederli kulaklarıma sinmiş sesine sığınırken anlık kopmayla
Hangi sırrı fısıldasam diye düşündüm
Sonra
Vazgeçtim!..
Her şeyinden vazgeçtiğim gibi
Sana her gece düşlerimde gelişlerimden
Her solukta kaçmak biraz daha uzaklaşmak istiyorum oysaki şimdi irkilerek."
Bunları okuduktan sonra defterimin kapağını tekrar kapattım.
O değildi beni bunca kedere boğan
Alışmıştım onun yokluğuna. Yoklayınca kendimi o diye bir şey kalmamıştı.
Nadiren aklıma geliyor ve acıtmıyordu eskisi gibi kalbimi,
Yormuyordu düşüncelerimi.
Nerede kiminle ne yapıyor aklıma bile gelmiyordu.
Peki ne idi? İçimi bunca hüzne salan ve bedenimi yoran düşünce…
Şuan bunları yazarken bile cevabını bulamadığım
Bir insan durup dururken neden acı çeker?
Neden mutsuz olurdu ki?
Cevabı kendim de belirsizlik!..
#hüzünlükent