14
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
2430
Okunma


"Sıracalı mikrop!" diye söylenerek oturdu yan tarafta ki koltuğa.
“Böylesine güzel kadınların yanında, bunun gibi tipsiz erkeklerin olması hiç hoş değil. Baksana kızım şu adama, hem çirkin, hem de fodul!” dedi.
Elimde, ekranına baktığım telefondan başımı kaldırdım.
“Anlamadım?” dedim.
“Şu öndeki oturan çiftten bahsettim. O kadar dalmışsın ki, telefonun ekranına, az kalsın içine düşeceksin!” dedi.
“Ne demiştiniz? Özür dilerim, tekrar eder misiniz?”
“Şu öndekiler diyorum, çok uyumsuzlar! Kadın Allah’ı var, çok güzel. Adamın tipine bak, at hırsızı kılıklı! Aboov yok yok! Bir de pis pis ter ve cuvara kokuyor,” dedi, önde oturan çiftin ensesinden suratını ekşiterek...
Tabii, bana bunları söylerken başında sarılı olan, mavi boncuklu tülbentin öne sarkan ucuyla ağzını kapatıp “mın mın” ediyordu. Normaldi yani, anlamamış olmam.
“Hımm,” dedim ve tekrar telefonla uğraşmaya devam ettim.
“Eee kızım, sende ne var bu meretin içinde? Gözün ağrımıyor mu? Az camdan dışarıyı izle bak hele… Bak bak! Voooo şooo tepelere! Her yer gül, çiçek, börtü böcek, şeker pancarı, günebakanlar, mısır tarlaları…
Buğdaylar sarısını giyinmiş,
iğde ağaçları kokuya bürünmüş,
yamaçlarda patika yollar,
her taraf çayır çimen,
yalıngı otları ile dolu,” dedi.
Cam tarafına doğru çevirdim yüzümü.
“Aynen teyze, tepeler de pek yüksekmiş,” dedim.
“Ha! Sen beni yine dinlemiyorsun,” dedi. Azarlar gibi bir ses tonuyla.
“Hayır da teyze, bize ne yahu evli çiftlerden? Onlar belki de birbirinin kalplerine bakıyordur, tipine değil. Bilemeyiz... Belki de adamcağız çok çok iyi biridir, eşini de belki çok seviyordur. Dedikodu yapmayalım, günah. dedim.?”
“He, iyi yaaa, iyi iyi, çok iyi!” dedi, kafasını sağa sola salladı.
“Ben onlara laf ettim amma, kusura kalma kızım. O, çirkin adam, şu güzel kadına öfkeleniyordu, otobüse binmeden evvel. Adama o yüzden hayıflandım. Kadıncağız da sessiz sessiz ağlıyordu. Üzüldüm...” derken, birden bire heyecanlı bir ses tonyla:
“Yok anam, yok gıııı! Çirkin adamın içi de çirkindir! Aynı, benimle aygır gibi!” dedi.
Arkasından...
Seslendi muavine:
“Bana bir su ver hele evladım. Su..."
Muavin, suyu aldı getirdi. Teyze suyu "ohhh" diye, diye şapur şupur içti.
“Yarabbi şükür!” dedi. Yine önüne sarkan mavi boncuklu tülbentin ucuyla, önce ağzını, sonra da öfkeden terlemiş yüzünü, gözünü sildi.
— Çok amaçlı, dedim.
— Ney yavrum?
— Tülbent.
— He öyle, öyle! Namahrem görmez saçımı başımı. Güccük yaşımdan beri takarım.
“Allah’ımmm, Allah’ım! Kurbanın olam Mevlam! Yakma ha, yakma! Cehennemde, şu g.tü açıklar gibi!” dedi.
Yorgun ve kararmış avuçlarını açıp yüzüne sürdü.
Gülümsedim. Hoşuma gitti bu sözleri söylerken kendinden emin halleri.
— Oyy teyzem, sen cennete gidersen beni de yanına al emi?
— Kocan güzel mi gı?
— Bilmem, fena sayılmaz.
— Onu da mı cennete alacaksın?
— Neden sordun ki?
— Ahh kuzummm! Benim herif çok çirkin. Üstelik kaba saba, küfürbaz, içer, s...r gezer!
Ağzını bir açınca, direk sülaleni, ceddini, ananı, bacını katar karıştırır.
Anam ölmüş, ceddim toprak olmuş! Cennete onunla girmem. Bu dünyada çektim, ahirette başka isterim!
Yok anam, yooookkk! Cehenneme giderim de, yine onu istemem! diyor, dudağıyla da sürekli “cık cuk” yapıyordu.
— Haaa teyze, sen değişiklik istiyorsun?
— İsterim ya, istemem mi! Nörecem orada onu, ömrü kesilsin! Senin de dediğin gibi, daaşiklik olsun! İsterim. dedi.
Gülümsedim desem yalan olur; kahkaha attım…
Etraftaki yolcular dönüp bana baktı, utandım!
Teyze ise lafa devam ediyor, arada bir:
“Başın ağrıdı mı gıııııızım?” diye soruyordu.
— Yok teyzem yok! Sohbet organik, ben dinlerim seni!
Sevindi.
— Yedi çocuk doğurdum, beş kız, iki erkek… Hepsini zorlukla büyüttüm. Çapaya gittim, bostan ektim, tavuk cücük besledim, sattım, kattım, savurdum. Allah razı olasıcalar, şimdi anam ne haldesin demezler! Yok mu o gelinler… Oğlanların kellesi iki olunca unuttular beni!
— O ne demek ki teyze, kellesi iki olmak?
— Yani evlenince tek olan başları çift oluyor ya, demek! Gece hocaları var ya, onlar işte onlar…
— İlk gelini alınca, kapıda davul gümüleyince rahmetli anam “Kızım kızım, boşa sevinme, gözün aydın! Aha düşman geliyor!” demişti. Ne de haklıymış!
Gelinler, oğlanları yaklaştırmıyor bize, dedi ve derin bir nefes boyu iç çekti.
Üzüldüm doğrusu… Zaten yılların çilesi yüzünden belliydi.
Güneşin yaman sıcağı ona hiç masum davranmamış olmalıydı ki, teni derin kırışıklıklarla doluydu.
— Ben basma entari giyiyorum. İş görürken, ahıra girerken şalvarımı üstüme çekiyorum, başıma tülbent sararım. Ellerim ceviz temizlemekten yeşerir; benden huylanır el kızları. Amma ki… Cevizi kışın yerken huylanmıyorlar!
Yufka ekmek açıyorum, tereyağı, peynir yapıyorum, yolluyorum; yerken huylanmıyorlar!
Yanlarında gezdirmeye utanıyorlar.
Bakma sen kılığıma, kıyafetime; hepsini okuttum, evlendirdim, yerine yerleştirdim.
Büyük gelinimle oğlum avukat, Allah var, saygısızlığını görmedim.
Ama güccük gelin öyle mi? Köy kızı hem de bacımın kızı — teyzesiyim!
Aldık getirdik çapa tarlasından, hanım ettik oğluma.
Özü kuruyasıca, şimdi beni beğenmiyor! Oğlumun parasıyla kızlarımla bana caba satıyor.
“Sonradan görme, gavurdan dönme irezil!” dedi.
Belli ki küçük gelinden hiç hazzetmiyordu.
— Şimdi onun yanındaydım. Üç gün durdum da…
“Yüzü eğri, soyka!” Bir kez gülmedi!
Kalktım da evime gidiyorum.
— Oğlun “Kal anne,” demedi mi?
— Yooook! Hiç der mi?
Gece hocası dersini iyi ezberletmiş.
Öptü, sarıldı, “İyi yolculuklar anacığım,” dedi, otobüse bindirdi.
— Boş ver, üzülme teyze. Annemin de beş gelini var, o da senden farklı değildi. Dedim.
— Nerelisin yavrum sen?
— Kahramanmaraşlıyım.
— Neresinden, hangi köyünden? De hele de!
— Köyümüz yok, Elbistan, ilçesindenim. Ama uzun yıllardır başka şehir de yaşıyorum.
— Anan baban sağ mı?
— Hayır, sizlere ömür…
— Vahhh, pekte tezesin, üzüldüm! dedi ve sustu bir müddet.
Sonra...
— Kızım kızım, yanlış anlama beni. İçim dışım dert dolu. Onca yolu gelinim, oğlum için kat ettim; yüz bulamayınca arkama bakarak evime dönmek zoruma gidiyor.
Gel gör ki… Onca sene yokluk çektim.
Hem dayak yedim, hem de tövbe dilim varmıyor o çirkin adama avratlık yaptım!
Yıllar geçti, hâlâ düzelmedi. Az nazlansam, bu yaşta bile eline geçeni başıma çalar.
“Namussuza naz neylesin, kokmuş ete tuz neylesin!” dedi, ağlamaklı bir ses tonuyla.
— Çocukken de çileyle büyüdüm.
“Kız oldum gır eşşeğe, gelin oldum ger eşşeğe binmedim.”
Hepsi boşunaymış, evlatlarım için çektiğim çile, dedi, kendi şivesiyle…
Zaten ufak tefek, minyon tipli bir teyzeydi. Bunları söylerken o kadar küçüldü, o kadar küçüldü ki, oturduğu koltukta adeta eriyip, yok oldu üzüntüden.
Hüzün dolu gözlerinden dökülürken ılık ılık yaşlar, basma eteğine süzülüyordu.
Bu defa başındaki mavi boncuklu tülbentin önüne sarkan ucuyla gözyaşlarını sildi.
Bense...
Başımı öne eğerek, ona göstermediğim göz pınarlarıma dolan gözyaşlarımı,
tekrar ekranına döndüğüm telefonun ekranına akıttım.
O kadar çok üzüldüm ki...
Yutkunarak,
Eyvahlar olsun, dedim içimden…
hüzünlükent Narin