9
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
839
Okunma


Gecenin zifiri karanlığı… Köpek havlamalarının arasında saat 02.00 olduğu halde hala yazıyorum. İki çöp kutusu yırtık kağıtlarla dolu… İki gün sonra sınavlarım olduğu halde hala yazıyorum. Dergiye öykümü yollayacağım. Yayınlayacaklar mı? Yayınlamayacaklar mı? Bilmiyorum. Her basışımda ellerim titriyor. Korktuğum başıma geliyor annem geliyor:
-Oğlum senin uykun yok mu? O daktiloyu en sonunda kafanda kıracağım. Yat zıbar artık…
Fırçanın tesiriyle yatıyorum
.
Okuldan eve dönüyorum. Dersimi çalışmaya çalıştıktan sonra yine daktilomun başına oturacağım. Masamın üzerinde daktilom yok. Gırtlağım delinircesine bağırıyorum:
-Anneeeeeeee
-Ne oldu ne böğürüyorsun öyle?
-Daktilom nerede?
-Ruhuna el fatiha…
-Ne demek o?
-Sattım demek…
-Sattım derken…
-Oğlun sende anlama kıtlığı mı var? Sattım işte… Yoksa saçma sapan yazarlık sevdan yüzünden derslerini ihmal ediyorsun. Bu kafayla nasıl mühendis olacaksın?
-Ben mühendis olmayacağım ki… Edebiyatçı olacağım…
-Saçma sapan konuşma sınavı kazanırsan sana daha iyisini alacağım.
-Sen onun benim için anlamını biliyor musun?
-Oğlum senin o edebiyat öğretmenin kim? O mu sokuyor böyle saçma sapan fikirleri?
Tartışmanın bir faydası olmayacağını anladığımdan sustum annem odayı terk ettikten sonra ağladım. O daktilo benim için sadece daktilo değildi. Fikri, bedii ve edebi alın terimin sembolüydü. Hayallerimdi. Bütün bunları fuzuliyat olarak gören annemin bunu anlamasını beklemiyordum.
Üniversiteye giriş sınavında yüksek bir puan alamadım. Fatura haliyle bana ve daktiloya çıktı. Validenin dırdırından kurtulmak için mahalle bakkalında yarı zamanlı çalışmaya başladım. İlk maaşımla antikacılara gittim daktilo baktım fakat hiçbirisi onun yerini tutmuyordu. En sonunda vazgeçtim antikacıdan elim boş dönmeyeyim diye plak aldım. Eskiciden eve doğru yürürken bir karara vardım; biriktirdiğim bütün yazıları derginin yazıhanesine götürecektim.
Yazıhanenin kapısında bir daktilo sesiyle karşılandım. Bu ses tanıdık geliyordu. Yoksa o muydu? Kendime telkinlerde bulunduktan sonra kapıyı tıklattım. Davudi bir sesle:
-Girin…
-Buyur delikanlı…
Kısa bir duraklamadan sonra öykülerimi ve denemelerimi getirdiğimi söyledim. Koyu bir sohbete daldık. Derginin editörü Servet Bey sohbetin sonunda:
-Delikanlı sana bir teklifim olacak. Yanlış anlama teklifi kabul etsen de etmesen de bu getirdiklerini okuyacağım. Ben bütün gelen metinlere yetişemiyorum burada bana yardımcı olmak ister misin? Hem harçlığını çıkarırsın hem de burada sakin sakin yeniden üniversite imtihanlarına hazırlanırsın. Ne dersin?
Teklif karşısında elim ayağım dolaşmıştı. Önerdiği rakam bakkalda aldığımdan azdı fakat sevdiğim işi yapmak paradan daha önemliydi. Sanki piyango vurmuştu. En sonunda “evet” dedim. Servet Bey:
-İşte yazıhanenin anahtarı… Yarın en geç 10.00’da burayı aç. Gecikme istemem haberin olsun. İş disiplinini önemserim.
Sabah 10’da Yazıhaneye gelmiştim. Ocağa gidip kendime bir çay demledim. Servet Bey’i beklerken bir yandan çayımı yudumluyor diğer taraftan gönderilen metinleri inceliyordum. Servet Bey elinde bir kutuyla gözüktü. Yardıma koştum:
-Gel bakalım şunu senin masana yerleştirelim.
Kutuyu açtığımda gözlerime inanamıyordum. Annemin sattığı daktilo karşımdaydı. Servet Bey’e minnettar gözlerle bakıyordum. Bana servetimi geri vermişti. Yüzümdeki tebessümü görünce:
-Dün sohbetimizde daktilodan öyle bir bahsettin ki onunla kurduğun bağ beni çok etkiledi. Şehirdeki antikacıların çoğu tanıdığım. Bulması beni yordu fakat sıradan bir aletle yapacağın iş ile bağ kurduğun bu daktiloyla çıkaracağın eser başka olur. İyi günlerde kullan evlat… Harfleri tuşlarken sanki bir piyanistin piyano çalarken hazzını alıyordum. Artık atına kavuşan bir süvari gibiydim. Dört nala at koşturabilirdim.