2
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
726
Okunma
Gün doğumuna henüz vardı, serindi köyümüz, serindi yayla yolu. Yolumuz vardı daha ..
Gün doğumuna henüz var, yanımızda yolluğumuz pek az.
Helva, ekmek, çay biraz yamru yumru domates biraz yeşil soğan . Rahattık yükümüz hafifti dedemize yaslanmıştık biz, nevalede kadifeye yük sayılmazdı. Kadife, yaşlı eşeğimiz halinden memnun ,esnemeden, gerinmeden, anırmadan takip ederdi bizi, bazen de biz onu; sanki o bizden daha istekliydi .
Pek az başka şeylerle yolculuğumuza çıktığımızda hayatımızın başındaydık...
Dokuz yaşında bir Mustafa ondan 9 ay küçük Sahir ve bizden 49 yaş büyük dedemiz Hüsameddin ağa..
Aramızdaki kırk yılın hakkını veren kırk avuçluk açıklıklar bırakırdı dedem.
hızlı çevik bu adamın of dediğini hiç hatırlamam,
dide- dede- de deeee
-he
-dedeh yorulduk
-he diğnenin eccük
-Aclığınız var mı?
-Öyle ya gannız acıhmıştır sizing, az durala ekmek yen bahim ,gumlanın başında accık ıslatın o ekmeeaa hah
- ahan da sağaa köy ekmeenden kek oğlum yen hadi..
-dede diğnendik, gannımızda doydu senide geçerük , galusun artuh yayan yalunguz...
itlerde yeerse seni ya guurtlarda gaparsa.. neetcen o zaman – gohma dedem biz heç bırahırmıyıh seni aslan dedem
-Bıldırın ninem bizi hokkanlara bırahıyorduda da sen gızdıydın ona heç unuturmuyuh
bırahırmıyız biz seni dedem
dedem kara benizli, uzunca boylu, dik duruşlu her zaman fit elleri belinde tersten bağlanmış bu vakur adam,
yarları yara yara geçerken,
sanki her kayadan, yaşlı söğütten, dizili kavaktan, kocabaş öküzden, yorgun tosbağadan, sulu solucandan bir selam alırdı.
Öyle gelirdi bana.
Belki de öyleydi ben yeni öğreniyordum.
Kasketi başında,yeleği ilikli, elleri belinde yürürdü emin adımlarla...
Öyle ya Hüsameddin avaydı bir zamanlar muhtardı da tabi ki selamlayacaklardı onu
bu dağ başına kurnayı yaptıran; yolcuya, çobana yolunu kaybetmiş kurda, yolunda suzuz kalan sürüye suyu getiren adamdı o Hüsameddin ağaydı o benim dedemdi.
bir de karakaçan kadife eşeğimiz huysuz inat avazı yettiğince anıran ot a, akideye susan çalışkan eşeğimiz..
sırtında kozalak yüklü semeriyle peşimizde vazife şuuruyla ilerlerdi ve kırık nal sesleriyle bir ritme sokuyordu yolculuğumuzu tıkı tıkı tık tıkı tıkı tık tıkı tıkı....
yaylaya çıkan iki yoldan kısa olanını, sarp taşlık yolu seçmiştik gide gele buraların toprağı da yumuşamıştı elbet akrebi çıyanı da azalmıştı ...
çocukluğumun bu up uzun yolu uzadıkça uzardı bir türlü bitmek bilmez habire yeni yokuşlar a koşardı bizi. Yeni yokuşlar yeni virajlar alaçıklar, havlayan itler ,uluyan çakallar kesik cır cır böcekleri çalı kuşları sakalar serçeler...
Gahı çamur gahı kayalık biteviye yokuşlu bu yol ne kadar uzundu bitmek bilmezdi.