1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
946
Okunma

ERMENİLERİN MESELESİ (1)
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bir bütün olduğu hususu Anayasa hükmüdür. Bu hükmü tehdide yönelik faaliyetlerin bilinmesi ve geçmişten günümüze incelenmesi Türk varlığının devamı yönünden hayati ehemmiyete haizdir. Gelecekteki muhtemel gelişmelerin önlenebilmesi, zararların minimum seviyeye indirilmesi için günümüzde devam eden bu tür, kökü geçmişte olayların incelenmesi zarureti vardır. Bu zaruret bizi ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizden toprak talebinde bulunan ve halen devam eden terörün uygulayıcısı PKK ve diğerlerinin arkasında bulunan Ermeniler ve destekleyicileri olan güçlerin faaliyetlerine açıklık getirmeye sevk etmiştir.
Dünyada hiç bir millet, egemenliği altında bulunan azınlığa, Türklerin Ermenilere davrandığı kadar medeni, adil ve müsamahakar davranmamış ve yine dünyada hiç bir azınlık hakimiyeti altında yaşadığı egemen millete karşı, Ermeniler kadar nankörce, haince ve barbarca hareket etmemiştir.
Çoğu Ermeni, muhtelif kaynakların belirttiğine göre Ermeniler, X1.yüzyıla kadar Kafkasların küçük bir sahasında, bölgeye hakim olan çeşitli devletlere tabi olarak yaşamışlardır. X1 yüzyıldan itibaren sürekli olarak Doğudan gelip Batıya giden Türk devletlerince fethedilen bu bölgede yaşayan Ermeniler, Selçuklular ve daha sonra Osmanlılar hakimiyetinde önce Van, Diyarbakır, Urfa ve Çukurova bölgesine ve daha sonra da özellikle Osmanlı devrinde hemen hemen her vilayete yerleşmişlerdir.
Türkler,Ermenilere din ve ibadet hürriyeti vermişlerdir
Osmanlı Devletinin daha kuruluşundan itibaren bütün gayri müslimler bu geniş hürriyet ortamından yararlanmışlardır. XV. yüzyılda Eçmiyazin’de kurulan Gregoryen Kilisesine ve mezhebine bağlı olan Ermeniler en geniş ölçüde din hürriyetine sahip oldular. Bursa’nın başkent yapılmasından sonra (1326) merkezi yönetimin ayrı bir cemaat halinde teşkilatlanmalarına izin verdiği Ermenilerin Kütahya’nın Osmanlı idaresine girmesinden sonra buradaki ruhani merkezleri Bursa’ya taşındı. İstanbul’un fethini müteakip 1462′de Fatih Sultan Mehmet Bursa Ermeni piskoposu Ovakimi, bir kısım Ermeni aileleri ile birlikte İstanbul’a getirtti ve Ermeni patriği tayin etti. Samatya’daki Sulu manastır denilen kilisede patrikhane olarak verildi. Daha sonra Anadolu’da bir kısım Ermeni aileleri İstanbul’a getirilerek çeşitli semtlere yerleştirildiler. Anadolu’da kalan bir kısmı da Sis (Kozan) sancağından yer alan Anavarza, Pars-Berd, Küpdere, Lamberd kaleleri ile Çukurova’yı Orta Anadolu’ya bağlayan ve çok önemli bir stratejiye sahip Gülek kalesi muhafızlıkları verilmiştir. Bu şekilde devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermeniler, Osmanlı Devletince kendilerine tanınan bu hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı “Milleti Sadıka” unvanı ile anılmışlardır.
Ermenilerin kendi dini hayatlarını yaşarken kendilerine din değiştirmeleri yönünde baskı yapılmadığı gibi 1831′de Ermeni Katolik kilisesi resmen tanındı. 1859′da Protestan Kilisesi kabul edildi. Böylece Ortodoks Fener Rum Patrikhanesine bağlı olanlarla birlikte dört ayrı Ermeni kilisesi ortaya çıktı. Bu Kiliselerden Katolik ve Protestan Kiliselerine 1915 tarihinde tarafsız kaldıkları düşüncesi ile dokunulmadı.
Ermeniler’in dil ve kültürleri engellenmemiştir.
Anadolu’nun Türk idaresine girmesinden sonra Ermeniler kendi dillerini tam bir serbestlikle konuşmaya devam ettikleri, dillerini konuşabildikleri için de kültürel faaliyetlerini sürdürdüler. Türklerin matbaayı kullanmalarından 160 yıl önce Venedik’te matbaacılık eğitimi görmüş, bazı araştırmalarda Sivaslı Apkar, bazılarında ise Hetum adını taşıyan bir papaz, idarenin izni ile 1567′de İstanbul’da bir matbaa açtı. 17.Yüzyılda Marsilya’da bir Ermeni matbaasının Kral Xll. Luis tarafından kapatılmasına karşılık, Osmanlı Devletinde Ermeni basını çalışmasına devam etmiştir. 1908 yılında bütün ülkede Ermeni matbaası sayısı 38′e ulaşmıştır. 1910 yılında Ermeniler İstanbul’da Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkartmaktaydılar
Devam edecek. Araştırma
10.0
100% (1)
5.0
100% (1)