16
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
2340
Okunma

Bir komutan yazmış bir harf dahi değiştirmeden aslını paylaşıyorum.
Siz oğlu şehit olan aileye acı haberi vermeye gittiniz mi hiç?
Hayır mı? Dinleyin o halde;
Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bi emir düşer önünüze. Yukarı köyden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür… Yarabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem.. Ama giyersin tören üniformanı, bir kaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı alırsın arkaya, düşersin yola.
Vatandaş da öğrenmiştir artık, önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliyorsa bir eve ateşin düştüğünü.. Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin. İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar… Neyse varırsın köye. Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini, “aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini duyar gibi olursun… Bütün köy donmuştur adeta…
Herkes büyülenmiş gibi izler seni. Hangi eve gidilecek diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı… Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini. Elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün. Ayakların geri geri gider.
Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar, bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere. Oğlu daha toprak altına girmeden, o ana düşer toprağa…
Öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın… Konu komşu yığılır; bin feryat bin figana karışır, dersin ki kıyamet budur… Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır, son bir umutla yüzüne bakar, “Yaralı değil mi komutan?” der; başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin. Dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın… Hemşire elinin titremesinden, gözünün yaşını silmekten sakinleştirici iğneyi yapamaz bile…
Baba… Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar… Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya gark olmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın . Kimi içine akıtır gözyaşlarını, kimi de donar kalır.. Kimi günlerce konuşamaz, kimi dua eder, kimi beddua… Kimi kendi saçlarını, kimi saçlarımızı yolar. Ne şapka kalır başınızda ne rütbe omuzlarınızda, söker atar…
Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra kopar. Gerçekle yüzleşme günüdür… Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye. Tören mören hak getire. Köylü alır şehidini omuzlarına, yer yerinden oynar, ne protokol kalır ne düzen… Kimi “Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum” der, görmek istemez naaşını. Kimi de illede “Göreceğim” der. Gösteremezsin ki; ya yüzü yoktur ya bacağı..
Yanımızdaki bi üsteğmen ya da yüzbaşı elinde daha önce de okuduğu, sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur:
“Kanı yerde kalmayacak”
diyerek, bitirir konuşmayı… Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, gardaşlar duymaz bile bunu, duysa da inanmaz…
Sonuç olarak; orada bir mezar, bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır… Her gün daha da duyarsızlaştırılan toplumumuzda akşam 45 saniyelik haber olarak izlersiniz siz de...
Empati; bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması anlamına gelir. Empati ile insan ilişkileri gelişir. İnsanlar arasındaki kavgaları azaltır ve hatta zamanla yok eder.
Empati ya da diğer adıyla duygudaşlık; bir başkasının içinde bulunduğu durum veya davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek anlamına da gelir. Olaylara onun bakış açısıyla bakmaya çalışarak içselleştirmesi demektir.
Evi yıkık, halısı hasır, döşeği çul!
Oğlu şehit, torunu yetim, gelini dul!
Neden hep vatanı koruyanlar yoksul!
Bir çığlık düşer yollara, kırsala, dağlara, bayırlara. Vakitsiz akşam çöker, düşer şehidin gölgesi gömütlerin başına. Herkes susar, konuşur ölüm!
Söz kısa, sükut koyu, matem uzun! Kolay mı anlatması? Anne kalbi mahşer yeri; mahşerde gözyaşı kaynar, kırkikindiler de yaşar kıyameti!
Son vedaları. Biri mezarın başucunda, diğeri içinde "Affet oğlum 18 bin liram yoktu." Ayrılık ateşinden, ateşin şiddetinden, fırtınalı deniz misali özür diliyor kabaran yüreği.
Vatan sağ olsun elbette. Vatan sağ olsun da, şehitlerimiz bu vatanın evlatları değil mi ? İnsanın ne nefesi, ne de yüreği yetiyor böylesi şiddetli acıyı telaffuz etmeye.
“Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece size hep tatlı gelecektir.” Derken şehit annesi: Evlat; senin, benim değilse çok kolay olur onu feda etmek.
Birazcık empati lütfen…
Ey Vatan! Bu günlerde hiç dinmiyor gözyaşın
Mehmetçik tabur tabur beklerken ateşkesi.
İdlib’den haber geldi kara dumanlı başın
Doğusundan batıya duyuldu sâla sesi.
Otuz altı şehidi kucaklar vatandaşın
Yine şehit yazıyor vatanın alfabesi.
Bizim hakkımız yok sizde. Siz haklarınızı helal edin bize. Mekanlarınız cennet, ruhlarınız şad olsun...
Nuray Çakmak/ŞUBAT/2020