36
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2596
Okunma

Ne zamandır yazmak istediğim bir konu ‘’ölüm’’. Sürekli, öyle ya da böyle, bir şekilde aklımın kıyılarına bulaşan, okuduğum şiirlerde ve yazılarda gözümün içine sokulan, henüz bu yazıyı okuyor olanların tecrübe etmedikleri bir olgu.
Ölüm...
Ne kadar düşünürsem düşüneyim, beni korkutamayan; korkusuzluğumun beni korkuttuğu kadar. Yaşamadan anlayamayacağım. Lakin yaşadığım anda ise çok geç kalmış olacağım olay. Keşke bile diyemeyeceğim...
Tıpkı, aşkta olduğu gibi...
...
Oyun bu. Her kişiye, kendine has kutuda sunulan en ciddi oyun. Belli başlı kuralları olan. Klasik alt yapıya sahip. Doğum, yaşam ve ölüm adı altında basamakları bulunan. Beyaz tek sayfaya koyu renk kalemle çizilip bırakılmış. Satışa sunulan, kutunun içinden çıkan boyalarla renklendirebileceğimiz ancak. Birde kitapçık, kişiye özel sayfa sayısı bulunan. Yukarıdan indirilen.
...
Kurallar kitapçığı, önsöz:
Ölmenin ilk şartı; doğmuş olmaktır! Madem ki doğdun, öleceksin! Düz mantık hesabı. Hepimiz öleceğiz! Ölümsüz tek bir canlı, tek bir nesne yok. Zaman bile her geçen an ölüyor. Kaçış, yok!...
...
Anlaşılmayan bir şey var mı? İyi, devam edelim...
...
Gerçi ben ölümsüz olmaya yakın olmak, fazla yaşamak adına yukarıdakiyle, yani Tanrım ile, tek taraflı bir sözleşme yaptım bile. Kitapları, kuralları pek umursayamıyorum da . Ben dedim, en az bin yıl yaşamak istiyorum, ki kaldı dokuz yüz atmış altı yılım bu durumda. O ise hala cevap vermedi bana... Nasılsa zamanım var, beklerim. Duyduğuna eminim. Belki de naz yapıyor ha? Ne dersiniz? Neyse, isteyenin bir yüzü kara imiş. Ben ise kapkara... Arsızlığımdan ar damarım da çatlamamış. Doğduğumda da yokmuş ki... Bunu fark ettiklerin de hatalı yapım diye beni geri yollamaya kalmış anam babam ama gelirken getirmem gereken, elimdeki değiştirme kartımı yolda kaybettiğimden dolayı gerekli işlemleri gerçekleştirmemişler. Ha, birde, erkek bekliyorlarmış beni, hayal kırıklığı diz boyu yani. Gerçi sağ olsunlar bu sarsaklığımı pek dile getirmediler birlikteliğimiz boyunca. Vakitleri de pek olmadı diyebilirim buna, onca kalabalık kardeş grubu ile ilgilenmekten. Sıra gelmedi yani... En küçük olmanın verdiği tüm avantajları da kullandım diyelim. Duyma yetimi de kaybetmiş olabilirim tabii ki, olasılıklar çok. Şanslı bir çocukluk geçirdim, hala geçiriyorum...
...
Oyunun uyulması gereken kuralları, bölümleri, geçişleri; içerik...
Doğum anını, bilmediğimiz bir diyardan geliş, ölüm anını, bir kapı, bir sonraki geçişe varmadan önceki son durak, mezar taşlarını ise, Araf’a gidişin bileti olarak düşünmüşümdür hep . Oyunun üyelik forumu . Düşünsenize; Üyelik mecburidir! Doldurmak ise ardınızda kalanların bileceği. Tabii uyanıklık yapıp henüz yaşayanlar arasında iken, kendinizi cesur hissettiğiniz bir günde hazırlık yapmadıysanız, son tarih boş bırakılaraktan. Sırası ile; doğum tarihi, ölüm tarihi, adı, soyadı doldurulur bilet/forum üzerindeki kutucuklara. Kendinizi tanıtın bölümüne ise kalanların parasına ve espri anlayışına göre belki bir methiye düzenlenir. Müslüman olanlara ilave edilense; ruhuna El-fatiha..
Mezar taşları...
Ölenin ne işine yarayacaksa o taşlar. Sanki unutacakta ölen, hani bir soran olursa cevap vermemek ayıp olur hesabı, hatırlaması gerektiğinde kafayı uzatıp da okuyacak zavallı. Okuma bilmediğini düşünsenize birde...
Bu düşüncemi belirttiğimde ise toplumun bana cevabı; onlar kalanlara ibret olsun diye dikiliyor, ölümü unutmayalım diye! oluyor.
Ölümü unutmak mı? Bir daha ki nefesimizi almayı unutmuyorsak, ölümü nasıl unutabiliriz ki? İnsanlardan bahsediyorum , lütfen...
Müslümanlıkta şekil tapınmayı çağrıştırdığından dolayı yasaklanmışken, gayrimüslim mezarlıklarda ki o şaheserleri gördükçe içimden hep bir acaba geçer... Ben de istiyorum sesini kaç kez bastırdım bilemiyorum. Ki bunları daha çok vampir konulu filmlerde izlemişimdir. Yani bol gerilim, ölüm, kan ve dehşet içeren bir filmde; ben oturmuş mezar taşlarının güzellikleriyle ilgileniyorum. Durum vahim... Farkındayım...
Peki, aramızda kalsın. Bir itiraf daha benden yana; Uzun zamandır mezarlıkların yanından geçerken dua okumamın yanında, sohbete de başladım onlarla. Kimlerle mi? Mezarlıkta yatırılmış, kıdemlerine göre farklı kimi sabunlaşma evresini geçiren cesetlerle, kimi dişi ve kemiği dışında kalanı olmayanlarla ve diğerleri ile değil her halde... Bedenlerini bıraktıkları yerin başına kimi zaman uğradığını düşündüğüm ruhlarla. Merak etmeyin! Henüz daha görmeye başlamadım onları... Yine de, ‘’ selam, ne var ne yok? Anlat bakalım. Son zamanlarda olanları duydunuz mu millet? Bu şarkıyı seviyorum, hadi beraber söyleyelim.’’ gibi takılmalardan vazgeçemiyorum. Nedeni yok...
Mezarlık:
Bu lafı duyduğumda kıs kıs gülüyorum! Neden mi? Babam sağ olsun, aldı hazırladı yatacağımız yeri bile. Öyle çok düşünür bizi. Ya da nankör evlat olayımda şöyle diyeyim; ya bırak da öldüğümde bari istediğim yerde yatayım!... Olmaz! Babam o!... Her şeyimizi düşünür. Kendi anasız babasız büyüdü ya acısını bizden çıkarır. Çoğu zaman öldürücü olan sevgi ve koruması ile.
Konu açıldığında bana hep der ki; önce giden sen olur isen o kolunda ki dövmeyi sildirmeden yatırmayacağım seni o mezara. Hale bak ya.. Öldüğüme mi yanayım? Yoksa onca sevdiğim, üzerimde taşımaktan gurur duyduğum, yaptırdığımda babamdan dünya kadar azar işitmeme neden olan dövmemi kaybetmeme mi?
Gerçi bilmediği, henüz kulağına gitmemiş olan, ama, gitmesine ramak kalmış olan bir planım var! Yaklaşın, yaklaşın... Sizlerle paylaşacağım bu sırrımı da... Vasiyetimi yaptırıyorum yakında noter tasdikli. Aynen şunlar yazılı olacak:
-Öldüğümde yakın beni! Gömülmek istemiyorum. Ölmekten değil, gömülmekten korkuyorum!
-Küllerimi, kiralayacağınız son model siyah bir porsche 911 ile, son kez tüm İstanbul’u gezdirip bana, denize dökün birinci köprüden geçerken! O muhteşem manzarada asılı kalıp yayılayım özgürce..
...
Ha, bu arada baba, bak buradan söylüyorum; iyi dinle!
Gerçi oyunun kullanma kılavuzunun sonunda ki boş sayfaya da yazdım ya. Neyse. Belki okumayı unutursun. İyi dinle!
‘’Senden önce gidersem oyunun diğer bölümünü oynamaya, aldığın toplu aile mezarının en sağ tarafına göm beni. Her zaman ki gibi sırtım dönük olsun sizlere...’’
’Ölen bir insan, sizce ne kadar ölümden korkabilir?’
Zeynep Tavukçu 11/2/7