Çünkü: O dünyaya yetecek derecede bir !! GÜNEŞKEN!!
Bizler neden mum ışığına razı edilmekteyiz???
Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Can kardeşim kara bulutlar gelip geçicidir Güneşi ışığından yoksun edecek bir karanlık yoktur. Umutsuzluk yakışır mı güneşin çocuklarına.. Her şey güzel olacak.. Çünkü mumun miadı vardır güneşin sonsuzdur ışığı.. Sevgiler can kardeşime.
Sorduğum soruya net bir cevap alamadım ama neyse. Sizin ve Deniz hanımın mühim bir noktaya temas ettiğinizi belirteyim. Soru sormak, sorgulamak, evet. Fikrin ortaya çıkmasını, gelişmesini ve olgunlaşmasını sağlayan zihinsel eylem. İnsanız ve dolayısı ile cevap ve çözüm bulabilmek adına gerçekçi bir boyutta sorulacak sorulara mutlak surette ihtiyacımız var.
Malumunuz üzere sorgulama zamana, mekâna, topluma ve kişiye göre değişiklik göstermekle birlikte, bir ömrü kapsayan bir süreç. Düşündüğümüz sürece az ya da çok, derinlikçi yada yüzeysel olarak sorgulama eylemi ile iç içeyiz.
Müsaadenizle bunları belirttikten sonra yazınıza ve yorumuma verilen cevaplara istinaden birkaç soru sormak istiyorum.
Sizin belirttiğiniz gibi bir sorgulama sürecine girdik, diyelim. Bu süreç mutlak surette Atatürke ve Atatürkçülüğe ya da onun savunduğu değerlere mi çıkacaktır?
Sorgulamak neticesinde farklı bir kapıya çıkmak gibi bir lüksümüz yok mu?
Müslümanlara bakıp İslamdan nefret eden insanlar tanıyorum. Bu ülkede Atatürkten nefret eden cenahlar oluşmasında, kendisini Atatürkçü olarak tanımlayanların katkısı ne orandadır?
Atatürkü haddinden fazla yücelterek ve hatta daha ileri gidip onu peygamberleştirerek, ilahlaştırarak insanlığını elinden alanlar, böylece Atatürkten nefret eden bir kitle oluşmasına zemin hazırladıklarının ve bu kitlenin eline kullanılmaya müsait, ciddi bir argüman verdiklerinin farkında mıdırlar?
İslamî bir disiplinle yetişmiş birçok birey belirttiğiniz sorgulama sürecine girdikten sonra İslamdan uzaklaşmaya başlayabilmekte, hatta zaman zaman Ateistliğe varan bir hayat görüşüne meyledebilmektedir. Bunu bir örnek olarak verdim. Atatürkçülüğe uyarlanmış halini şöyle sorayım: Ben hayata bir Atatürkçü olarak başlayıp, ufkumun genişlemesi farklı kaynaklara yönelmem ve sorgulama sürecimi detaylandırmamla birlikte; Atatürkçülüğün diğer ideolojiler gibi sığ ve sıradan bir ideoloji olduğunu, Atatürkün ise sadece tarihe mal olmuş bir kişilik; zaafları, hataları, arzuları ve egosu olan, sizin benim gibi bir insan olduğunu düşünmeye başlasam ve bunu çeşitli mecralarda ifade etsem siz Atatürkçüler ne tür bir tepki verirsiniz? Yobaz ve gerici diye etiketlenir miyim mesela?
Soruyu bir de şu şekilde sorayım: Hayata dindar bir ailede, en azından görünüşte dindar bir kişi olarak başlasam fakat sorgulama sürecimi detaylandırmamla, farklı kaynakları araştırmaya başlamamla ya da Atatürkçülüğün etkisindeki eğitim sisteminin etkisinde kalarak gitgide Atatürkçü bir hale gelsem, Atatürk sevgisini abartarak onu haddinden fazla yüceltici bir üslup benimser hâle gelsem; şu sizin karşı cenahın; yani kendini dindar olarak tanımlayanların gözünde adım ne olur? Hain mi, putperest mi, dinsiz mi...
Müslüm bey dindar kelimesini kullanmamın sebebi, Atatürkçülerin karşı cenahında bulunan ve onlarla didişen kitleyi tanımlayabilmekti. Fakat uyarınız neticesinde bu ifadenin yanlış anlamalara yol açabileceğini fark ettim. Sanırım haklısınız. Bu nedenle dindar ifadesinin yerine Osmanlıcı tabirini koyarak değerlendirmenizi rica edeceğim. Bu kelime de karşı cenahın psikolijisini tam karşılamasa da daha yerinde olur diye düşüyorum.
Bir önceki cevabınızda Yurtta barış, dünyada barış, sözünü anlamanın bile büyük ilerleme kaydettireceğini ifade etmişsiniz. Dünyada barış kısmı devletlerarası bir mesele. Ben, Yurtta barış, ifadesine değinmek istiyorum. Nasıl sağlanabilir yurtta barış? Devlet eliyle mi, hükümetler eliyle mi, liderler eliyle mi?
Üçünün de ülke barışına kısmi katkı sağlayabileceğini biliyorum. Fakat benim asıl belirtmek istediğim her ferdin, her vatandaşın kendi iç barışını sağlaması ile tam mânâda ülke barışının sağlanabileceğidir. Dış dünyanın verileri ışığında kendi içine merdiven dayayıp inememiş bireylerden oluşan bir toplum sadece devlet, hükümet ve liderler eli ile düzeltilemez gibi geliyor bana.
Bireylerin kişilikleri düşünce, duygu, söylem ve davranış alışkanlıklarının bir bütünüdür. Toplumların alışkanlıkları da fertlerinin alışkanlıkları paralelinde oluşur. Biz toplum olarak (dini, mezhebi, ideolijisi hiç farketmez) ana hatlarıyla aynı türden alışkanlıklara sahibiz. Ve genel itibariyle, işittiklerimizin, gördüklerimizin ve yaşadıklarımızın bir tezahüründen olsa gerek; korku ve kaygı oranı yüksek bir toplumuz. Bir çeşit toplumsal anksiyete ve depresyon hali. Duygusal yanımız hep ağır basıyor ve düşüncelerimiz genelde duygularımızın içine karışmış halde ortaya dökülüyor. İç çatışmalarımızın, iletişimde yaşadığımız sorunların; öfkemizin, tahammülsüzlüğümüzün, kırılganlığımızın ve önemlisi ataletimizin temel nedeni bu. Hangi ideolojiye sahip olursak olalım, hangi dine inanırsak inanalım, hangi yönetim biçimiyle yönetilirsek yönetilelim; bir taraftan kendimizi olduğumuz gibi kabul ederken, diğer taraftan gelişim, değişim ve yenilenmeye bireysel ve toplumsal bilinçaltımızı açmadığımız müddetçe gelişemeyeceğiz. Tabi bu değişim, gelişim ve yenilenme düşüncesi, düşünceden inanca, inançtan harekete evrilmeli. Hatta daha ileri bir seviyede birbiri içine sindirilerek en başta bireyler eliyle günlük hayata tatbik edilmeli. Ve bunu ilk başta ben yapmalıyım zira ben düzelmeden, bilirim ülke düzelmeyecek.
Değişim toplumdan ferde yayılabildiği gibi fertten de topluma yayılabilir. Biz sıradan vatandaşların toplumu doğrudan değiştirebilme ihtimali düşük. Fakat dolaylı yoldan, yani kendimizi değiştirerek toplumun değişimine katkıda bulunabiliriz diye düşünüyorum.
Yurtta barışın tesis edilebilmesi için söylediklerimizi ve yaptıklarımızı törpülememiz gerekir gibi geliyor bana. Şahısları ve değerleri yersiz ve gereksiz yüceltmeler yahut alçaltmalar onlara asıl değerini kaybettirmekle kalmıyor, karşı tarafın kendi değerini ya da kıymet atfettiği kişiyi daha bir ateşli savunmasına neden oluyor. Sonra onun söz ve davranışları ilkinin yeni ve ateşli söz ve davranışlarının tetiklenmesine neden oluyor. Önlenemez bir kısır döngü yani.
Şunu da belirtmek isterim. Bu ülkede genellikle değer atfedilen şeyler ve kişiler çok yüzeysel algılanıyor. Fikirler, ideolojiler, dinler, siyasi görüşler, yaşam tarzları, tarihi şahsiyetler vs. Bir konunun psikolojik ve sosyolojik boyutları pek irdelenmiyor. Dolayısı ile bu durum toplumun ilmî ve fikri derinlik algısının zayıflamasına neden oluyor diye düşünüyorum.
Yazdığım sorulara verilecek cevapları üç aşağı beş yukarı ben de kestirebiliyordum. Ahmet bey de öngördüğüm türden cevaplar vermiş zaten.
Bir Atatürkçü olarak bu sorulara cevap hakkım doğduğuna inanıyorum. Bu saçma sapan ve ayakları ere basmayan, malum kesimin kasıtlı olarak ürettiği mesnetsiz sorulara sorulara elimden geldiği kadar nezaket kuralları içinde cevap vermeye çalışayım.
Ama önce ben bir kaç soru sorayım.
Siz hiç bugüne kadar Anıtkabir'e doğru seccade serip tapınan, Anıtkabir duvarlarına mumlar yakıp bahçesindeki ağaçlara çaput bağlayan, Atatürk'ten çocuk, eşe, evlada iş, hastalığına çare, para pul isteyen gördünüz mü ? Siz hiç, peygamber de hata yaptı ama Atatürk yada Atatürkçüler hata yapmadı diyen, haşa Atatürk'ün Allah'ın vasıflarını taşıdığını iddia eden, Atatürk'e dokunmanın ibadet olduğunu iddia eden bir Atatürkçü gördünüz mü ? Atatürkçülüğü istismar ederek zengin olan, evinde Atatürk heykeli olan cennete gider, kurduğu partiye oy verenin cennete yeri garantidir, Nutuk'u okuyan Sırat Köprüsü'nden sorgusuz sualsiz geçer gibi zırvalar duydunuz mu ? Soruların cevabı elbette hayır olacaktır. O zaman putlaştırma falan filan gibi saçma iddialarla Atatürk'e olan büyük sevgi ve saygıyı törpüleme çabalarının dayanağı ne ? Atatürk'ü dini bir kimliğin önderi gibi algılatıp İslam'ın adeta alternatifi gibi dayatma gayretinin amacı ne ?
Tarih boyunca en az Atatürk kadar itibar görüp sevilen bir sürü kahraman olmuştur. Atatürk de bu ülkeyi, keşke "Yunan galip gelseydi" zihniyetini temsil eden naylon müslümanların galip gelmesini temenni ettiği ve taraftar bulduğu kitlenin, galip gelmesini arzu ettikleri yunanı denize dökerek, evire çevire yenerek Türk Milletinin gönlünü, sınırsız sevgisini ve minnettarlığını kazanmış kahraman bir şahsiyettir. Bu kadar !
Atatürk'e olan kinini muhtemelen "keşke yunan galip gelseydi" zihniyetinin bilinç altı dürtüsüyle kibarca soranlarla hakaret edenler arasında da hiçbir fark yoktur !
Aslı astarı olmayan, sadece inanmaya hazır olan karacahil ve yobazların havada kaptığı bu ithamlar Atatürkçülerin üzerinde durmaz.
İlla zaafları üzerinden sıradanlaştıracaksanız ben size günümüzde tapınılan şahsiyetlerin zaaflarıyla kıyaslamanızı tavsiye ederim. Elinde kendisini padişah, halife ilan etme fırsatı varken bunu elinin tersiyle itip insan fıtratına en uygun, en adil, istismardan en uzak yönetimin milletin elinde olduğu cumhuriyeti kurmazdı. Aslında yazılacak daha çok şey var ama pusuda yatan bazı gammazlara bayram ettirme niyetinde değilim.
Çok sevdiğim ve durumumu özetleyen bir söz var. Söyleyecek çok şey var da, ne zaman ağzımı açsam su doluyor.
Konuya din iman olarak yaklaşmayınız. Zira kimin dindar olduğunun terazisi yoktur asla. ALLAH HER ŞEYİN YARATICISI VE TEK KUDRETTİR. Konumuz bu değil Konumuz ATATÜRKÜN vefatından önce bu millet uçak fabrikasında harıl harıl uçak imalatı ve ihracatı yapar iken ve de dünyada süper devlet olma sürecinde hızla yol alırken bu yoldan çıkarılmamızın günahlarını bu coğrafya ağır bedellerle ödemekte lütfen konuyu din eksenine sokmayalım saygılarımla
Dünya ''Z''kuşağına hazırlanırken bizim ülkemizdeki ''Türk tipi Z Kuaşağı'' memur olmak istiyor, Sanat,Edebiyat, bilim, araştırma, kendi işinin patronu veya CEO olmak değil sadece memur olmak istiyor. Atatürk bizi izledikçe kahroluyordur
Memuriyet günlerimi aklıma getirdiniz istifa ettiğimde müdür şaşkın şaşkın oğlum eminmisin diye sordu eminim müdürüm peki iş buldun mu diye yineledi hayır efendim deyince tam bir şoktaydı... gerisi roman
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.