5
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1690
Okunma
Öğrencilik Yıllarından Bir Gece
Falan şehrinin filan sokağındaydık. Kış aylarından biriydi. Neredeyse yirmi yıl oldu… Ben ve gecenin yaratıklarına kafa tutacak kadar aşık bir arkadaş, yürüyorduk. Uzun saçlarımızı gizlemiştik. Hiç sallamam ya, sırf yanımdakini düşündüğümden ben de geçirmiştim kafama o bereyi ve boynuma dolamıştım o atkıyı. Hedefimiz, adını unuttuğum o hatunun birkaç arkadaşıyla birlikte yaşadığı apartmanın önüydü. Bizim eve en fazla beş yüz metre mesafedeydi. Aylardır sevgili oldukları bu hatuna sıkılmak dışında bir sebep gösteremeden “Ayrılalım” diyen arkadaş, ilk gün oldukça mutlu görünüyordu.
“Acayip rahatladım abi!”
İkinci gün dans ediyordu.
“No woman no cry abi!”
Üçüncü gün.
“Abi ortamlara aksak mı, hatunlar filan.”
İkinci haftaya ulaşamadan bunalıma girmiş, telefonuna bakar olmuştu.
“Arıyorum açmıyor abi! Kim ulan o herif?”
Ve asabiyet.
“Ulan kimlerle fingirdiyor kim bilir?”
Herife ne deseler boş… Çocuk gibi ağlıyordu artık. Gündüzleri kızın yolunu gözlüyor, ama bir türlü yaklaşmaya cesaret edemiyor, geceleri de sokağına gidiyordu. Bir süre sonra ya kendi evine ya da daha yakın diye bize döndüğü oluyordu.
“Napıyorsun abi gidip?”
“Hiç, ışıklar sönene kadar bekliyorum öyle.”
O gün evi paylaştığım diğer iki arkadaş memleketlerine doğru yolculuğa çıkmışlardı. Bu, her an gelebilen misafirimiz, yine geldiğinde ben ilgilenmek zorunda kalmıştım. Ki bu konuda konuşulacak son kişi benimdir.
“Abi o şöyle biri ben böyle…”
“Ayrılın!”
“O şunu dedi abi, o öyle deyince ben de bunu de…”
“Ayrılın kardeşim!”
“Abi beni terk etti?”
“Ölmek için güzel bir gün!”
“Abi beni sevmiyor galiba.”
“Git bir çatıya çık!”
“Abi kızın bazı şüpheleri varmış.”
“O zaman ayrılın!”
“Abi daha birleşmed…”
“Olsun, siz yine de ayrılın!”
“Abi tipsizim diye mi acab…”
“Tipine sokayım, ayrılın!”
Ayrılın ulan, ayrılın, geberin isterseniz, bana ne sizin aşklarınızdan, dilinize sakız… Ben size anlatıyor muyum? Bir kere ben… Bir kere ben… Aşkın kanununu yazsam yeniden, hıyar fiyatları düşer ulan! Bir kere ben… Neyse…
Bir kere bile demedim tabii bunları, bir kere bile şöyle kestirip atmadım, “Ayrılın!” Saatlerce dinlediklerim oldu. Ve bazen öyle bunalttılar ki, şöyle “Ne haliniz varsa görün!” diye kestirip atacak tipte biri olsaydım dedim. Bir ara sanki ben o koltukta yıllardır sabit oturuyorum da karşımdaki yüzler değişiyor hissine kapıldığım da oldu.
Adam yine üzüntülüydü. Gözleri kıpkırmızı. Ayakkabılarını çıkarıp tam içeri girecekken birden konuştu.
“Abi, gel bir benimkine kadar gidelim be.”
“Oradan gelmiyor musun?”
“Köpek vardı abi, simsiyah bir şey birden çıkıp havlamaya başladı. Işık yanıyordu hâlâ.”
“Işık yansa ne yanmasa ne oğlum?”
Kıramadım. Ve yola çıkmıştık işte. Sanırım bir hafta sonuydu. Saat iki ile üç arası… Yolun iki yanındaki siteler uykuda ya da uyukluyorlardı. Gökyüzünde yarım bir ay ve bolca yıldız görünüyordu. Hafiften esen rüzgâr karşımızdan gelen grubun sigara dumanlarını bize getiriyordu. Uykuları çalınmış martıların sesleri, kıpır kıpır ağaç seslerine karışırken, paslı bir tabela hafif notalarıyla onlara eşlik ediyordu. Biz konuşmadan gecenin melodisine adımlarımızla tempo tutuyorduk. Karşıdan gelenler bize saldırır mıydı? Bizim aşığın bana dönüp bakışında gizli olan soru buydu. Geldiği memleketinde uzun saçları yüzünden çok kez saldırıya uğradığını, kavgalara karıştığını anlatmıştı. Bense saçı başı bir kenara bırakmış gecelerin pek tekin olmadığını biliyordum. Yaşıtımız görünen dört erkekten oluşan grubun yanımızdan geçerken bizimle göz göze gelmekten kaçındıklarını görmüştüm. Derken az ilerde iki köpek belirdi. Geçtikleri yerleri koklayarak ağır ağır geliyorlardı. Bu kez de ben korkuyordum. Sitelerden birine dalıverdim.
“Gel” dedim arkadaşa, “Ben kestirme yol biliyorum.”
Bu hareket bize, şu yoldan gitmeliydik, şu taraftan filan derken, on on beş dakika kaybettirse de hedefimize ulaşmıştık. Hatun ve arkadaşları altı katlı bir apartmanda oturuyorlardı. Ortam sessizdi. Ve ben elektrik direğinin altında beklerken, arkadaş ikinci katın sarı ışıklı penceresine gözlerini dikmişti bile.
“Abi saat kaç olmuş, niye uyumuyor bunlar hâlâ ya?”
Söylediklerim boşunaydı. Duymuyordu bile.
“Abi kesin erkek attılar eve, kesin abi…”
Apartman kapısına bir anda fırladı. Parmaklarını zile uzattı ve bastı ki bir ses duyuldu. Bu o siyah köpek olmalıydı. Dişlerini çıkarmış hırlıyor, havlıyor, bizi altımıza ettirtecek her şeyi yapıyordu. Ben bir direğe tırmanmakta olduğumu arkadaşın kıçımı ittirmeye başlaması ve bağırışlarından sonra anladım. Hemen üstümüzdeki beyaz lambanın altında gösterisini gerçekleştiren iki palyaço gibiydik. Derken sarı ışıklı pencere açıldı. Bir hatun kollarını iki yana açmış bağırıyordu.
“Ya abarttınız ama ha, röntgenci piçler!”
Pencerenin kapanışı gecede yankılanırken öylece kalakalmıştık. Ve köpek gitmiyordu.