13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2514
Okunma

Bir ülke, bin can, bin umut, tek bir bağımsızlık serilmiş satranç tahtasına; şahın, vezirin, piyonların altına sere serpe! Suretsiz adamlar oturmuş başına başlamış her gün bin türlü yalanlar doğurmaya! Oyunlar oynanmış, hamleler yapılmış rezilce amaçlar uğruna! Ve bunların arasında yükselmiş uğurdan bir kale, kalemden surlarıyla! Düzene anlamlı bir isyanla mısralarına dökmüş ve eklemiş akıbetini “bin kere değil bir kere ölmek!”… bağıra çığıra püskürmüş acıtan bir şeyleri ve ne uğurlar paramparça olmuş hürriyetin esaretinde! Ne mumlar sönmüş, ne mumcular aranır olmuş aydınlanmayan gecelerde!
Gelmemiş yarından bir şikâyeti yok sözün! “Söz meclisten içeri” ve söz dilde, söz aydınlığa gebe! Amaç yermek değil, gözünü açmak gerçeklere yahut gerçek olanı açıkça koymak ortaya! Yarım bırakmak değil, her tamamda yalanlanamayan bir şeyleri göstermek yediden yetmişe! Susturulamamak, kalemini kırdırmamak ve 40’ların cadı kazanını karıştırmak ustaca… Ordular karşısında tek bir piyade! Söylenen söz kimine göre devlet için tehlike! Akıbet belli; sürgün, sakıncalı bir piyade! Yorulmayan bir uğur, anlatıyor bildiklerini, vazgeçmiyor doğrudan, bildiklerini mısralarına döküyor mürekkebi tükeninceye kadar! Daha fazla, daha fazla anlatmaya koşuyor ve uzatıyor cümlelerini buluşuncaya dek noktayla! Fahili meçhul hikâyeler işliyor ve fahili meçhul bir hikâye olup çıkıyor en sonunda!
Yağan karı yoluna yoldaş eden bir Pazar sabahı Ankara’da… Gökyüzünü lapa lapa kar çalmış lakin bir başka grileşmiş gün, bu sabah! Gerçeklerin önüne kanat açmış bulutlar istemiyor görünmesini güneşin mısralarda! Bu kez uğur düşmez gökyüzünden! Anahtarı çevirirken ölüme kan damlar, kırar geçer kalemi, bir camı fırlar gözlüğün öç alırcasına, gerçeğin gözünü çıkarırcasına! Canı yola koymak ve ölümle selamlaştırmak ucuz bir katliamla! Uğurlamak katıksız yoldaşı, akıbeti belirsiz uzun bir yola… UĞURLAR OLA!