6
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1265
Okunma

40
Gözlerimi karanlığa açıyorum. Kulaklarımda yağmurun sesi… Sırtüstü yattığım yerden doğruluyorum. Cebimdeki kutuyu çıkarıp içinden bir kibrit çakıyorum. Alev birden parlıyor, dalgalanıyor, ateşten bir kadın oluyor. Kendimi ondan alamıyorum. Dansı elimi yakana kadar… Bir kibrit daha çakıyorum. Ateşten küçük bir kız gülümsüyor. Eliyle beni çağırıyor. Kaybolurken dışarısını işaret ediyor. Gömleğimin cebinden bir sigara çıkarıp yakıyorum. Derin bir nefes çekiyorum. Ateş Kadın ve Küçük Kız rehberliğinde çadırın açık kapısına yöneliyorum. Adımımı atıyorum. Beton zemin ıslak ve soğuk… Çıplak ayaklarımda hissediyorum. Yağmur kesiliveriyor. Gecede önce kurbağa sesleri yankılanıyor. Ardından gürültü… Suya bir şey düşüyor. Bir kadın çığlık atıyor. Başımı seslerin geldiği yöne çeviriyorum, kibrit canımı yakıyor; elimden fırlatıyorum. Kendimi bir anda ateşten bir yolun ortasında buluyorum. Yürüyorum. Yolun sonunda duruyorum. Önce göğe bakıyorum. Kapkaranlık. Sonra ateş yolun aşağı ilerleyişini, tüm şehri kuşatışını izliyorum. Yanıyor. Her şey yanıyor. Bir gökdelenin tepesindeyim. Kendimi boşluğa bırakıyorum.
41
Uyandığımda rüzgar yüzüme perdeyi çarpıyordu. Ellerimi siper ettim. Düşmanı savurdum. Gözlerimi güçlükle açtım. Başım zonkluyordu. Tekli koltukta belim tutulmuştu. Açık pencereden göğe baktım. Tek yıldız yoktu. Ay da yoktu. Kalktım. Pencereyi kapattım. Tekrar açtım. Ağır ağır. Üç beş metre aşağıda, caddeyi aydınlatan dev mumlardan birinin ışığında volta atan iki kurbağa kafayı izledim. İkisinin de siyah takım elbiselerinin altında beyaz gömlek ve kırmızı kravat vardı. Elleri arkada, hızlı büyük adımlarla mumdan birkaç metre uzaklaşıp geri dönerlerken, tam mum hizasında yüz yüze geliyor, birkaç saniye birbirlerine bakıp devam ediyorlardı. Pencereyi tekrar kapattım. Perdeyi çektim. Kendimi koltuğa bıraktım. Ellerimi içki şişeleri arasında sehpaya saplanmış iki bıçağın keskinliğinde gezdirdim. Kan aktı. Şişeleri elimin tersiyle devirdim. Bir sigara yaktım. Ağzımda bir süre hapsettiğim dumanı üfledim. Sigarayı odanın karanlığında sallamaya başladım. Boşluğa bir ev çizdim. Bir göl. Ve hemen kıyısında oturan bir kadın… Ve bir kız çoc… Dışarıdan sesler geliyordu. Gözlerimdeki yaşları sildim. Perdeyi araladım. Cenaze alayı geçiyordu. Kurbağa kafalar hazır ol pozisyonunda dururlarken, ıslıkla çaldıkları hüzünlü melodi ağlama seslerine karışıyordu. Koltuğa sakince oturdum. Sigaranın ucunu perdeye değdirdim. Delik açıldı. Bir delik daha açtım. Bir delik daha… Bir kibrit çaktım, perdeyi tutuşturdum. Bıçakları kavradım ve odadan koşarak çıktım.
Caddedeydim. Kurbağa kafaların hemen yanında durdum. Uçsuz bucaksız alay bir sürü tabut taşırken az önce ıslıkla çalınan hüzünlü melodiyi giderek yükselen bir sesle söylüyorlardı. Yanımdakilerin mırıltısını duyabiliyordum.
“Bizim yüzümüzden oldu, hepsi bizim yüzümüzden.”
Gözlerimi tabutların üstündeki iki fotoğraftan ayıramıyordum. Eşim ve kızım.
Kurbağa kafalar tekrarlıyordu.
“Bizim yüzümüzden oldu, hepsi bizim yüzümüzden.”
Aniden döndüm ve ellerimdeki bıçakları hırsla boyunlarına sapladım. Gözlerimi tekrar alaya diktim. Binlerce ben tabut taşımaya devam ederken, ardımdan gelen alevlerin sesini ve rüzgarla dağılan yanık kokusunu duyabiliyordum.