12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1512
Okunma
’Geçmişime anıt diktirecek kadar değerli, geçmişte bırakılmayacak kadar gerekli olan’ım...Gelecek vaatsizliğine rağmen şimdi’m ve belki de düşleyemesem de yarın’ım...’
Benden giderken bıraktığın suskularım ve boş sol tarafım, sabrımın sınanmaya nazır envai köşelerini zorluyor. İçim öyle sen titriyor, öyle pırpırlıyor ki heyecandan, ağzımdan çıkacak sözcükleri yüzdüremiyorum beynimin ne karasından ne suyundan. Bu sevda omuriliğimi bebekliğime götürüyor, denge güçlüğü çekiyorum.
’Ah Roxane, Roxane! İç çekmelerimi hecelerimin sayısına uyduramıyorum.’
Bu Eylül yapraklarını iç’ime döküyor...
İç’imdeki yapraklar yangılara kök salıyor. Seçici geçirgen perikardıma, geçmesi için kimseyi seçtirmiyorum; zira parselli bütün hislerim.
Bu Eylül, yüzüme sen sen esiyor...
Gelişlerinin en sağanak halinden boşalıyorum yeryüzüne. ’Saçları yağmurlu kız’ yüreğini sağıp sana dökülüyor sevgili. Seslerin fotoğrafını çekse zaman, sesin de donar mıydı? Konuşurken utanmıyorum artık, pervamı yaralarıma gömdüm. Yaşananların üstünü örtecek kadar şeffaf bir kelimem yok. Fakat Güneş koparıp yamayabilirim yarın’larına; hatta ve hatta rüzgarın sırtına nasıl atlayacağını öğretirim.
Bu Eylül söylenememiş sözlerin kırıklarını çiseliyor...
Uçları kırık saçlarım sonbahara takılıyor, geçtiğim yerlerde adımın buğusu... Oysa çok gökdelenden düştük bu kırıklardan önce. Şimşek çaktığında avucundaki sıcaklık bana ait değildi sevgili.
Bu Eylül aşk’ı anlatıyor insanlığa...
Böğürsem düşer mi midemdeki kütle. Şehirlerarası sevdaların dinlenme tesise olmaktan gar’a terfîye yeter mi ad’ım. ’Bu garda in artık..!’
Ömür dediğimin anlamı,
sen’li düşler biriktiriyorum yastık altımda, bir gün bozdursam bunları sana, bahşeder miydin hayatının kalanını bana... Sana duyduklarım’dan yaptığım yelkenlilerden birine atlayıp, sürüklenir miydin...
Bu Eylül hiç bitmesin sevgili,
hiç bitmesin...