10
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
838
Okunma
İlk sistemli edebiyat kuramcısı olan Aristoteles’e göre sanat taklittir (mimesis). Her sanat eseri, birbirini taklit ederek var olur.
Ara ara fırsat buldukça yazı yazmaya mecbur kalıyorum. Eşim, (Kemnur) ‘yazıda başarılısın, niye yazmıyorsun, yaz!’ diye baskı yapmasa, pek yazacağım yok. ‘Yazacağım da ne olacak, kim okuyacak,” diyerek genelde bu baskıdan yırtmaya çalışıyorum. Bazen de yazmak içimden geliyor, baskıya filan gerek kalmadan ‘aklımda olacağına yazıda olsun,’ deyip geçiyorum bilgisayarın başına yazıyorum.
Yazarlıkla okurluk arasındaki karşılıklı alışverişte okurun yazı hakkındaki düşüncesi merak edilir ve bir yorum yazması beklenir.
Son yazdığım öykü ‘günün yazısı’ seçildi. Baktım 9-10 kişi yorum yazmış. Her biri kısa tebrik notlarıydı. Hepsine cevap olarak teşekkür ettim. …
O arada profesyonel anlamda eleştirmenlik yeterliliğine sahip birkaç dostumu arayıp yazıyı okumalarını, yorumlamalarını rica ettim. Sağolsunlar, kırmadılar, e-mail adresimden öykünün ıcığını vıcığını çıkartarak olumlu, olumsuz düşüncelerini aktardılar.
Kendi kendime, profesyonel kişilerin detaylı eleştirilerine karşın amatör kişilerin nasıl da kestirmeden birkaç sözcükle geçiştirdiğini düşünmeden edemedim. Bu durum karşısında şeytan başladı dürtmeye, illaki konuya ilişkin bir şeyler yaz, diye.
Şimdi konuya dair bir kaç tanım yapmak da fayda var.
Eleştiri, inceleme, yorum ya da değerlendirmedir. Türk Dil Kurumuna göre edebiyat eleştirisi, bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı türüdür. Tenkit, kritik de denir. Yani dar anlamda edebiyat eleştirisi bir edebi eseri dilsel, biçimsel ve anlamsal özelliklerini inceleyerek belirli ölçütlere göre değerlendirmektir. Türkiye’de çağdaş anlamda edebiyat eleştirmenliği Tanzimat’tan sonra başlamıştır.
Edebiyatın var olduğundan beri ola gelen bir uygulama olan eleştirmenlik zamanla daha sistemli bir hale gelerek bir bilim dalı olmuştur. Eleştiri bilimi, sanat eserlerinin kıymetini ve değerini belirleyerek onların hak ettikleri değeri bulmasında büyük rol oynamaktadır.
Dünyanın tüm ünlü eleştirmenleri ve editörleri, eleştirinin, “yermek, aşağılayıp yerden yere vurmak değil, değer biçmek ve tartmak ve kıyaslamak” olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu konuda, eseri tanımak ve o eseri her yönüyle belli ölçümlere tabi tutmak ve bu ölçümler neticesinde olumlu ya da olumsuz belli bir karara varmaktan,” bahsedilir. Yani, eleştirmenin işi, ele aldığı eseri anlamak, incelemek, hakkında hüküm vermek, belli bir ölçüyü baz alarak o eseri değerlendirmek ve bu değerlendirmeler sonucunda bir hükme varmaktır.
Paylaşım sitelerinde, genelde yazıların altında bir yer ayrılmıştır yorum/eleştiri için. Bizim www.edebiyatdefteri.com ‘un klasikleşmiş yorum isteği, “"..;" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın” şeklindedir.
Genelde; okuyanlardan büyük çoğunluğu yorum yazmaktan kaçınırken, çok azı da birkaç satırlık tebrik sözcüğüyle yetinirler.
Yorum diye yazılanlara birkaç örnek vereyim:
“Ayyy çoook güzelllll.” (Bayabir abartılı övgü…)
“Biraz geç okudum, kusura bakma, vaktim olmadı.” (Üşengeçliğin diğer adı vakitsizlik olmuş)
“Ay konu hiç sarmadı beni vallahi…” (Onu saracak konuyu öğrenip oradan yazmak gerekebilir, ama o zaman yine konu sarmadı valla demesi muhtemel)
“bir kaç imla hatası buldum,.. aşağıda yazıyom….. : )”
ya da,
“yazım kurallarına uyumunu beğenmedim….. : ) ” (Yorum küçük harfle başlayıp beş noktayla ve iki nokta üstüste yanına parantezlerle bitmiş. Galiba kahkahayla gülüyor, ama yazım kurallarında yok öyle bir şey demek gerek ya, ne gerek?)
“Ay çok beğendim, facebukta paylaştım valla…” (Aman ne güzel, Allah razı olsun)
“Facebukta paylaşılmayacak kadar uzundu hayatım, okuyan olmaz diye paylaşmadım. Kusura bakma emi…” (Olur)
“Ay iyi yazmışsın da her gün şehitler gelirken ne lüzum vardı mizaha…” (Yahu şehit gelmeyen gün mü var? Hiç yazmayalım mı artık?)
“Çok kısaydı…” (oku diye kısa tuttuk, uzununu yazsam okumuyorsun)
“Yahu sen avukat değilsin ki…” (haklısın hocam değilim, öykünün kahramanı avukat. Anlatıcı birinci tekil şahıs ise illa ki, anlatıcıyla yazarı aynı kişi sanan bu tiplerin sürüsüne bereket)
:”Polislik hakkında yeterli bilgi sahibi değilsin. Senin başkomiseri acemi diye polislikten atabilirler. Bildiğin konularda yazmalısın…” (Ama bu bir öykü, belgesel filan değil valla) .
“E? Sonradan kızla oğlan evlendiler mi bari” (Hikayenin devamını merak ediyor, ama bitti, yok…)
“Böyle mizah olmaz. Kadınları ucuzlatmışsın!” (Eyvah, kızcağıza kendini ucuz hissettirmişim, ne yapmalı ki…)
Her yazı, yazanın ‘yazmak keyfini’ yaşamak için ortaya çıkardığı bir eserdir. Bunun karşılığında da ‘okumak keyfi’ olanların okuduğu bir eserdir. Beğenmeyen okumak zorunda değildir. Değil mi?
Okuyup da usta bir eleştirmen gibi olumlu ya da olumsuz bir edebi eleştiri yapabiliyorsan başüstüne, olumsuzunu da yaz. Ya da kısaca, tebrik ederim, deyip geçeceksen, ona da eyvallh!
Ama, sırf negatif bir şeyler yazayım şuna diye yazarın ve yazının hatalarini arayıp, yazarın kişiliğini rencide edecek yorum yazarsan, zalim bir dil kullanır, iğneler, alay edersen, seni önce nezaket kurallarına davet ederler; anlamıyorsan da layık olduğun cevabı verirler. Cevabın üslubu da senin nezaketsizliğine eşdeğer olur.
Hiç kimsenin derdi değildir, illa ki beğenilmek. Hiç kimsenin öyle bir beklentisi yok. Yazar yazmaktan keyif alıyorsa yazıyordur. Okuyup okumamak size kalmış bir şey.
Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.