Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
Emre Ekin
Emre Ekin

Milenyum

Yorum

Milenyum

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

668

Okunma

Milenyum

En güzel hikayeler ilk bakışta göze çarpan kalın puntolu insanların başından geçerken, en güzel güzel hikayeler üzeri karalanmış kelimelerle yazılır. Size üzeri karalanmış bu kelimelerden birkaçını hatırlatmak istiyorum.

Milenyum… Bu kelimeyi ilk duyduğumda altı yaşındaydım. O zaman saçları bukleli ablaların pazardan ya da şimdilerde neredeyse hiç kalmamış, ne sattığını hala tam olarak anlayamadığım tuhafiyelerden aldığı milenyum bileklikleri yüzünden on altı yaşıma kadar milenyum kelimesinin renkli rengarenk bir anlamı olduğunu sanırdım. Anlamının ne olduğunu öğrendikten sonra aslında o kadar da renkli bir şey olmadığını anladım. Dünyanın yeni girdiği bin yıl ve bunu büyük coşkuyla kutlayan dünyalılar… 1999 yılının 31 Aralık gecesi ertesi günün tarihi sanki bir gün sonrasına değil de 70’lerde çekilmiş kötü montajlı bilim kurgu filmlerinde geleceğin dünyası olarak tasvir edilen o çok gelişmiş dünyaya uyanacağı hissi veriyordu insana. Öyle de oldu. Önce şehirlerdeki en yükseği üç katlı olan binalar yerini yavaş yavaş yüksek apartmanlara bıraktı. Bu masumane çağdaş şehir görüntüsüne geçiş dönemi bizden öyle şeyler götürdü ki, özlemini bile duymaya fırsatımız olmadı. Bakkalların yerini süper marketler, veresiye defterlerinin yerini kredi kartları aldı. Her sıkıntıya el atan mahalle ağabeyleri yerini bir bir apartman yöneticilerine bıraktı. Balkondan balkona saatler süren muhabbetler bir bir sustu. Kapitalizm fark ettirmeden tüm güzelliklerimizi çaldı bizden. Yüksek apartmanlar dikip bizi komşularımızdan, mahallemizden, bakkalımızdan, samimiyetimizden ettiği gibi birde o apartmanlara aynalı asansörler koydu. Azami dört kişilik aynalı asansörlerde diğer üç kişiye selam vermek yerine aynada saçımızı düzeltmeyi benimsetti bize. Her şeyden kopartıp yalnızlaştırdı önce bizi ve sonra bize öyle bir arkadaş buldu ki tüm yalnızlığımızı unuttuk.

İnternet… Dünya o kadar hızlı değişiyor ve ben o kadar yavaş büyüyordum ki internet kelimesini ne zaman duydum hatırlamıyorum. Ama öyle enjekte etmiş ki kapitalizm damarlarımıza bu uyuşturucuyu, internet kelimesini ilk duyduğumda anlamını biliyordum. Bir tarafta MSN ‘den Türkiye’nin öbür ucundaki asker oğluyla konuşup “Teknolojinin gözünü seveyim.” diyen teyzelerle amcalar, bir tarafta internetten tanıştığı başka bir kadına gönlünü kaptıran derbeder ağabeyler. Muhakeme yeteneğimizi çaldı bizden internet, iyi mi kötü mü ayırt edemediğimiz ilk şey oldu ve bir daha iyiyle kötüyü hiç ayırt edemedik. Hep asker oğlumuzu görüp sevindik, kaçan kocamızın ardından ağladık. Ama interneti hayatımızdan söküp atamadık.
Öyle hızlı değişiyordu ki dünya, bir yıl önceki hiçbir şey ertesi yıla benzemiyordu. İnsanlarda bir önceki yıldaki hallerine benzemeyi eksiklik olarak görüp bu değişime ayak uydurmaya çalışıyordu. Yeni kıyafetler, yeni müzik zevkleri, beslenme alışkanlıkları, saç stilleri, konuşma tarzları her şeyiyle evrim geçiriyordu insan.
İnsanlık bu son evrimini hala tamamlamamış olsa da bu evrim tamamlandıktan sonra insanlık diye bir kavramın dönemin tarih kitaplarında bile olmayacağını düşünüyorum. Hızlı gelişen dünyaya ayak uydurmak için öyle hızlı yaşıyoruz ki neler olup bittiğinin farkına bile varmıyoruz. İnsanlar ölürken, aç kalırken, bedenlerini satarken, tecavüze uğrarken sadece izlemekle yetiniyoruz. Kapitalizm bize çelik kapılı evlerimizde saklanmayı, aynalı camlar arkasındaki ofislerimizde görmezden gelmeyi öğretti. Bugün de her şeyi görmezden geliyoruz. En vicdanı diri kalmışımız bile gördüğü yanlışı söyleyebilme cesaretiyle yetiniyor. Her yeni gün dünyanın bu hızla dönen çarkı; milyonlarca bedeni, ırkı, ruhu, kültürü, dili içine alıp öğütüyor ve bu katliama dur diyecek erdeme sahip insanlar ya deli yaftası yiyor ya da fazla sakıncalı görülüp susturuluyor. İnsanlık en büyük savaşını kendine karşı veriyor ve gün geçtikçe savaş daha da kızışıyor. Tüm dünya galibi olmayacak bir savaşta aynı safta savaşıyor ve günden güne kendimizi öldürüyoruz.

Ölüm… Bu kelimeyi duyduğum günü hatırlıyorum. Bir sabaha karşıydı ve Amerikan orduları Irak’ı bombalıyordu.

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Milenyum Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Milenyum yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Milenyum yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL