6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
839
Okunma
Her türlü sanatın, egemen olan yaşam şekline muhalif olması, “sanat”sözcüğündeki en belirgin ögedir. Sanat, bir aktarım şekli değil, bir karşı duruşun estetik ve politik bakışın becerisidir. Kimsenin göremediğini ya da görmek istemediğini, sanatçı sanat marifetiyle göstermeye çalışır. Bunun en belirgin örneğini tiyatronun kısa tanımında görebiliriz. Neydi bu tanımlama; insanı insana insanla anlatma sanatıdır. Peki, şiire de bu tanımın bir kısmını yakıştırabilir miyiz?
Elbette!
Şiirde her zaman hakim olan tarif, duyguların öz ve estetik anlatımı, olarak yutturulmaya çalışılmıştır. Yutturulmaya, diyorum; çünkü, şiiri basitleştirmenin, şiiri sıradanlaştırmanın en kolay yolu budur da onun için.
Arjantinli şair Borges, bunu kendine görev bilmiş ki, verdiği her konferansın özetinde şu açıkça sırıtmıştır; o da, şiir salt keyif veren bir sanattır ve öyle olmalıdır. Gerçi sonradan edebiyatın ve dolayısıyla şiirin her seferinde keşfedilmesi geren bir derinlik olduğunu söylese de, burada asıl amaç, şiirin bir keyif hali olduğunu ve bundan öteye gidemeyeceğini ısrarla savunmasıdır. Şiirleri çözümlemedeki ustalığını bir yana bırakırsak, şiir işçiliğinden dem vuran Latin Amerika’nın ve dünya edebiyatının önde gelen isminin düşüncesi budur.
Oysa şiirin daha derin olduğunu, politik ve ahlaki bir duruşu bulunduğunu; Şeyh Galip, M.Akif Ersoy, Neyzen T.Kolaylı, Nazım Hikmet Ran, Ahmet Arif gibi bu topraklardan vereceğimiz isimlerle örnekleyebiliriz. Bu isimler şiiri hem araç hem de amaç olarak en güzel şekilde kullanmışlardır.
Peki neden bugün ülkemizde şiir yazanlar şiir okuyanlardan çok daha fazladır. Çünkü, şiirin ciddiyeti hiçbir zaman anlatılmamıştır da ondan. Orta öğretimde Divan şairlerinin o gün yazdıklarını bugün çözümleme ve anlama gayretiyle her edebiyat dersinde, şairin ne demek istediğini bir sır gibi gün ışığına çıkarmanın zorluğuyla kıvranan öğrenciler, şiirin asıl amacını ve var olmasının nedenini kavrayamadılar. İki ses tutturan, iki imgeyle şiir yazan herkes kendini şair sanmaya başladı. Kendini şair sanan da aldı kalemi eline, gizli kalmış, hatta utandığı duygularını, ihtiraslarını, açlığını şiiri kullanarak birilerine anlatmaya başladı. Yani, şiir topluma değil, bireye yazılmaya başlandı. Ve ne yazık ki, konumu ve medeni hali gereği duygularını dizginleyenler şiire sığındılar. Bugün birçok edebiyat sitesine baktığımızda bunu rahatça görebiliyoruz. Bu tür şiirleri cinsiyet ayırmadan, diğer şiirlerden ayrı tutmak için ünlü bir edebiyatçı olmanıza hiç gerek yoktur. Bunu hemen yakalarsınız. (Burada söylediğim olumsuzlukların birçoğuna bu satırları yazanı da dahil edebilirsiniz; ama doğruyu bulmak için elinden gelen çabayı gösterdiği de bir gerçektir.)
Şiir öyle bir gerçektir ki, gerçekleri asla saklamaz, saklayamaz. Şiirin kendi içinde olayları vardır ve mutlaka bir yerde açık verir.
Yani, ahlaksızlık yapan bir arkadaşınıza şunu söyleyebilirsiniz. “ Mademki bir halt yiyeceksin tedbirini neden almıyorsun?” Ama şiire bunu diyemezsiniz. Ne şair tedbirini alabilir ne de şiir kendi içindekileri saklayabilir.
Şiir yazan biri, toplumsal içerikli şiirinde dünya görüşünü belli eder, bunu anlatır ve okur da o kalemin durduğu yeri rahatlıkla algılar. Yazılan aşk şiirinde de o kalemin ahlaki yapısı rahatlıkla çözümlenebilir. Bu tür şiirlerde de sevdasını anlatan kalem, aynı zamanda aşkta olması gereken doğruları da belirtmelidir. Eğer şiiri salt teşhircilik olarak değil, her nasıl olursa olsun bir mesaj verme aracı olarak görenler, hiç değilse aşkın da bir ahlakı olduğunu birkaç satırda belirtmekten üşenmemeliler. (tabi varsa)
Kadın televizyonda kendini yırtıyor;
“Ben sanatçıyım, bana bunu nasıl söylersin!” diye.
Muhabir soruyor;
“Ne sanatçısı?”
Kadın çirkin sesiyle ve kendinden emin bir şekilde devam ediyor;
“Ben bu ülkenin yetiştirdiği bir ses sanatçısıyım!!!”
“Bu sanatınızı nerede icra ediyorsunuz?” diye soruyor kurnaz bir ses.
“Pavyonda,” diyor, kadın.
Oradan biri dayanamayıp atılıyor.
“Evet, ben biliyorum, ben dinledim kendisini, önce şarkı söylüyor, sonra da masa masa dolaşıp, müşterilerle içki içiyor.”
Yazık, kendini bir türlü tanımlayamadığı için, kendine “ses sanatçısı” diyor.
Bunu anlamak mümkün, ekmek parası…
Peki!..