3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
949
Okunma

FERDA-32-
Gülten, beyaz, küçük elleriyle, yakalığının altından gümüş renginde bir zincir çıkarıp, zincirin ucundaki figürü gösterdi;
’ Bak!’ dedi, Ferda’ya, ’ Sen de ister misin?’
Bu, başının çevresinde hilal ay olan bir bozkurttu; Ağzı yukarı doğru açık, uluyan bir bozkurt. Ferda, bu narin, pembe beyaz güzel kızın boynunda, siyasi bir simge olan ve vahşiliği çağrıştıran bir görüntüyü aykırı buldu.
’ Bilmem, kaç para ki?’ Hafifçe dokundu Ferda, kolyeye.
’Babama üç tane aldırdım, bu da senin,’ dedi Gülten, çantasından kağıt bir kutu çıkararak, Ferda, şaşırdı; Kadir amca niye ona bir kolye alsın ki? Samimi arkadaşı ve komşusu olan birinden hediye almamak ayıptı; hem bozkurt kolyesi, Gülten’in boynunda, birkaç dakika içinde, siyasi anlamından sıyrılıp, stili olan zarif bir süse dönüşmüştü. Ferda, teşekkür edip kolyeyi aldı, ama içinde bir huzursuzluk vardı. Şimdi, bir tarafa ait olmuş olacaktı; kafasında sürüyle cevapsız soru varken bir tarafa dahil olmak doğru muydu? Mahir solcuydu; Şimdi burada olsa ne derdi? Solcu olmak nasıl bir şeydi? İki tarafın fikirlerini de bilmiyordu ki; bu yüzden fikirleri değil de kişileri kıyaslayabilirdi ancak. Gene de kolyeyi alıp taktı; o da Gülten gibi yakalığının altından geçirerek gizledi bozkurdu.
Yavaş yavaş, herkes, kendi safını belirliyordu. Erkekler arasında, zengin ve yakışıklı olmak, forslu olmaya yetmiyordu; siyasi görüşünü ateşli bir şekilde savunmak gerekiyordu. Bozkurt kolyeli olanlarla olmayanlar tek tek kendilerini göstermeye başladılar. Anketlerin de içerikleri değişti; hangi görüşteysen sorular ona göreydi. Böylece, defterler de saflara ayrıldı. Hasan’la Ferda’nın tekrar konuşması bugünlere rastlar. Hasan bir gün, elinde bir kitapla geldi Ferda’nın yanına; kitabın üstünde, Türeyiş Destanı, yazıyordu. Hasan, bu kitabın okunması gerektiğini söyledi. Tommiks Teksas dışında bir kitap okumayan Hasan, bir başka olmuş, değişmişti. Ferda, Hasan’ın gözlerinde, özel bir bakış görmeyince içi ferahaldı. Kitabı hemen aldı, çünkü, Hasan’la muhalefet etmek istemezdi, bir gün: ben Ferda’yı çıplak gördüm, diye birine fısıldayabilirdi Hasan.
Cuma günü, her zamanki gibi, paydostan önce İstiklal Marşı okunacaktı. Ferda’nın sevdiği hocalardan biri olan fizikçi Mahmut hoca, aynı zamanda müdür yardımcısıydı. Okulun önündeki merdiven yükseltisinde durmuş bağırıyordu; öğrenciler bir türlü düzene girmiyordu. Mahmut hoca birden öyle bağırdı ki, tüm kasabada yankılandı sesi;
’ Sizin, kanınızdan şüphe ederim ! ’
Hocanın baktığı tarafa döndü herkes, meğer birkaç öğrenci marştan önce gizlice okul bahçesinden çıkmış gitmişti. Ferda, bu, ufak tefek, sürekli pantolonunu yukarı yukarı çeken, fizik hocasından bu kadar yüksek ve sert bir sesin çıkmasına hayret etti. Sonra İstiklal Marşından kaçan öğrenciler tesbit edilip disipline gönderilmişler.
Okulun çehresi başka başka renklerle değişirken, yılsonu da geldi. İkinci sınıfta alan belirlemek için dilekçe vereceklerdi. Okul idaresi tatile çıkmadan dilekçelerinizi verin, dedi. Ferda, Fen bölümünü seçti; çünkü Ali hoca ve Gülten yüzünden edebiyata olan derin bağlılığını yitirmişti. Bir de artık, Gülten’le aynıu sınıfta olmak istemiyordu. Fen bölümünü seçmesinin bir sebebi de, hakikaten fizik dersine duyduğu meraktı. Matematikten hiç anlamayan birinin fizik dersini sevmesi aykırı bir durumdu elbette, ancak, fizik konularının yaşamla açık seçik olan bağlantısı Ferda’ya cazip geliyordu.
Okulun son günü. Ferda, karnesini alıp, yola düştü. Tek başına yürüyordu. Köyün, iki tarafı ağaçlıklı yolundan yürümeyi çok severdi. Hava ılıktı, yeşillik sonsuzdu. Ali hocanın son derste söyledikleri kulaklarındaydı hala; Ali hoca, her günkünden daha da coşkulu konuşmuştu;
’ Okuyun arkadaşlar, bol bol kitap okuyun. Neden mi okumanızı istiyorum? Çünkü şuradan çıkıp da, evinizin yoluna girdiğinizde, tüm arkadaşlarınızdan ayrılırsınız. O yolda tek başınıza kalmışsınızdır. Birden, yüreğinizden yukarı yakıcı bir yalnızlık sesi duyarsınız. Nedir bu yalnızlık? Nereden geliyor bu ses? Onca dostunuz, arkadaşınız neden yetmiyor içinizde bağıran bu yalnızlığı yok etmeye. İşte arkadaşlar, edebi eserler, içinizdeki bu yalnızlığın tek ilacıdır.’
Ferda’nın sevmediği bu hocanın son sözleri kulaklarında çınlıyordu. Dünya koca bir resim gibiydi, herkes bu resimde bir yere sahipti. Fakat Ferda, kendini hiçbir yere ait hissetmiyordu. Kalbinden gelen o yalnızlık çığlığı, tam da Ali hocanın dediği gibi öylesine yakıcıydı ki. Doğanın şu masum güzelliği olmasa ölmek isterdi. Kuş sesleri, çamların sıcacık kokularına karışıp, gel!, diyordu. Arkasında duyduğu sesle ürperdi. Baktı, gelen Turan’dı; Onu yalnız gören Ferda sordu:
’Zeliha yok mu?’
’Yok, annemle çarşıdalar, kız kıza alışveriş yapacaklarmış.’
Turan, gene eğik, ince dal gibi boyuyla yürüyordu; yüzündeki saf gülüş hiç eksilmezdi;
’ Geçen gün, Hasan sana kitap mı verdi?’
’Evet, Türeyiş Destanı, tatilde okurum.’
’ Bırak ya, siyasi bir kitap o, neden okuyorsun ki?’
’ Olsun, herkesin fikrini öğrenmek lazım, bir de bu bir destan, Türklerin destanı, niye siyaset olsun.’
Turan, elinde tuttuğu klasörünün arasından bir kitap çıkardı,
’ Al bunu oku; Ali hoca bunun çok değerli bir edebi bir eser olduğunu söylüyor.’
Ferda, kitabı aldı; İnce Memed, yazarı: Yaşar Kemal.
’Ben okudum, sen de oku konuşuruz.’ dedi, Turan çekingen.
Ferda, çok teşekkür etti; bu İnce Memed, Turan gibi biri miydi acaba, ince olduğuna göre...Ali hocanın yalnızlık üzerine verdiği söylevden sonra, bu kitabı bir an önce okumak istiyordu. İçinde Ali hocaya karşı incecik, iplik gibi bir sevgi yükseldi.
...arkası yarın...