3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1026
Okunma


(20) FERDA
Yolculuk ayrılık acısıyla başlasa da; rüzgar, kamyonun hızıyla iyice güçlenip kızların yüzündeki göz yaşını bir bir savurdu. Bulutlar, ağaçlar, uzaktaki kırmızı kiremitli köy evleri, şerit halinde uzayıp küçülürken, sanki zaman on kat hızlı geçmişti de Ferda da on kat büyümüştü. Büyümek demek, hüznü çaresizce kabul etmek demekti; elindekilerinin bir bir uçup gittiğini görüyordu Ferda. Kimi sevmişse kaybetmişti. Doya doya sarılıp sevgisini içine çekeceği kimsesi yoktu. Bir tek iki küçük kardeşinin masumluğu karşısında duyduğu merhamet vardı içinde. Yelda ve Elif, rüzgarın uğultusunu ninni yapıp, kıvrılıp uyumuşlardı. Birden, derin bir acı duydu Ferda; bu iki yavrucak da yarın aynı üzüntüleri yaşayacaklardı; hayal kırıklıkları, korkular, kim bilir kimseye anlatamayacakları ne çok sır edineceklerdi. Onları koruyabilecek gücü var mıydı? Annesinin gözlerine umutla- imdat diler gibi- baktı; Ayten’in dudakları kıpır kıpırdı, belli ki kafasının içinde hesap üstüne hesap yapıyordu. Tutup onu sarsmak istiyordu; gör bizi, anne bizi gör...
Oya, Mahir’e yazıp durumu bildirmişti. Mektubunda, yeni adresini de yazmıştı. Her şey nasıl da çarçabuk olup bitti, diyordu Oya. Bir düzeni vardı Oya’nın; Mahir’in mektupları eve gelmiyordu, bir arkadaşının iş yerine gidiyordu. Ayten durumu fark etmesin diye yeni ayarlamalar yapmak zorundaydı. Oya’nın köylerine yakın kasabada çok sevdiği bir arkadaşı postanede çalışıyordu; Selma abla. Selma abla ser verir sır vermez, herkesle dost olmayı başarmış ender bir insandı. Köyde herkesle bağlantısı vardı, başı sıkışan ona giderdi. Oya, Selma ablanın işyerini adres gösterdi, nasılsa kasabaya varır varmaz ona durumu anlatırdı.
Ayten ve beş kız, kamyonun arkasında, eşyalardan arta kalan bölümde, sarsıla sarsıla yol alırken, motorun homurtusuna karışan tekerlek seslerine rağmen derin bir sessizliğe bürünmüşlerdi. Oya, çantasındaki mektupları tekrar tekrar okuyup teselli ediyordu kendini. Güzin, çevreyi gözlemlemekten yorulmuş, uyuklamaya başlamıştı. Evde bir tek tuzu kuru olan oydu; mesleğini yakın bir zamanda eline alacaktı. Ayten’in tek umuduydu Güzin. Ferda, kendisini gereksiz ve anlamasız bir büyümenin içinde görüyordu; değerli hiçbir şeyi yoktu. Bütün dünya onu aşağılıyordu. Sanki, bu tepeden tırnağa büründüğü olumsuz duygular yüreğinde buz tutmuştu; asla eski neşesine dönemeyeceğini düşünüyordu. Saatlerce yarı uyanık yarı uykulu kıpırdamadan öylece kaldı. Ferda’yı teselli eden tek şey, aşkın solgun hayali değildi, aşk Oya’nın var oluşunun tek sebebi olabilirdi belki.O, şu uzakta belli belirsiz fark edilen, üstü kiremitli köy evlerinin birinde, bir Çalıkuşu gibi yaşayacağı günleri hayal ediyordu. Tek başına var olmanın yoluydu bu hayal; kitaplarıyla kurduğu küçücük ama güçlü bir dünya...
Komyon bu; ne kadar hızlı gidebilirdi ki. Akşam oldu, fakat daha bir sürü yol vardı. Güneş tepedeyken rüzgar çok güzeldi, serinletiyordu; gerçi herkesin yüzü yanmış kavrulmuştu. Gün devrildi, birden, soğudu hava. Örtüler çıkarıldı. Üzüntü ve yolun sarsıntısı Ferda dışında herkesi uyutmuştu. Ferda uyuyamıyordu. Bu soğuk da nereden çıkmıştı? Yaz günü, böylesine üşüyeceğini tahmin edemezdi. Hüzünlü duyguların zamanı değildi, derhal ısınmanın yolunu bulmalıydı. Ayten horul horul uyuyordu. Yelda ve Elif huzursuzca kıpırdadılar. Ferda, onların üzerini iyice örtecek bir şeyler araştırdı, ama karanlıkta hiçbir şey göremiyordu. Var olan örtüler çok yetersizdi. Sonunda, kendi üzerinde ne varsa kardeşlerinin üstüne örttü; ama titriyordu. Sabah güneşi çıkıp da ortalığı ısıtana kadar uyuyamadı Ferda. Şimdiden üstlendiği sorumluluk duygusunun ağırlığı bir kabus gibi sabaha kadar yakasını bırakmadı. Öğlene doğru köye vardıklarında, yüzü gözü yara içindeydi. Güneş mahvetmiş seni, dedi Ayten.
Köy.
Ferda, yaralı yüzüyle kamyondan indiğinde şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Köy evi, çocukluğundan kalma silik bir hayaldi sadece; oysa şu gördüğü ev ve çevresindeki ceviz ağaçlarıyla bir cennet olmalıydı. Ne olursa olsun, hala içindeki çocuk neşesinin varlığına hayran olarak iki küçük kız kardeşiyle daldılar bahçenin derinliklerine. Ağaçların arasından, gök yüzünden süzülerek yüzlerine değen ışık huzmeleri sipsivri oklar gibi hüznü tam kalbinden vurmuşlardı. Ferda, bu Süleyman’sız günlerin ilk saatlerinde, coşkun bir özgürlük aşkıyla tırmandı ağaçlara. Ayten’in, Ferda neredesin gel bize yardım et, diye bağırmasına aldırmadan, Alis gibi, harikalar diyarının büyüsüne bıraktı kendini...