4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1384
Okunma

ADI KADIN
Ülkemin batısında bulunan ve herkesin rüyalarını süsleyen o büyük şehrin hastanelerinden birinde görev almak, o yıllarda milli piyangonun büyük ikramiyesini kazanmak gibiydi. Benim de bu şehirdeki hastanelerden birine tayinim çıkmış, göreve başlayalı iki ay olmuştu. Şehrin başka semtlerinde memleketlim olmasına rağmen, bu hastanede tanıdığım bir kişi bile yoktu. Kendimi çok garip hissediyordum.
Kendi bölümümde, benden önce çalışmaya başlamış hemşire arkadaşlar ve doktorlarla iş ilişkilerimde sıcak, candan olmaya çalışıyor; saygıda kusur etmeden, hangi görevi verseler yapıyordum.
Gül’ü de orada tanıdım. Benden bir ay sonra gelmişti hastanemize. On üçüne yeni basmış, yanakları Amasya elması kırmızılığında, yuvarlak çehreli, oldukça sempatik, iyi niyetli, doğal, samimi ve saf, güzel mi güzel, tipik bir köylü kızıydı. Dedesi, Gül’ün boğazındaki neredeyse iki kilo ağırlığındaki guatrını aldırmak için getirmişti. (Ameliyat sonrası sorduğumda öğrenmiştim ağırlığını.) Ancak ameliyatının hemen yapılamayacağını öğrenince, Gül’ü hastaneye tek başına bırakıp köyüne dönmüştü.
Fakat bir ay geçmesine rağmen ameliyatı sürekli erteleniyor, en basit ve acil olmayan vakalar bile tedavi edilip taburcu ediliyordu. Hastane prosedürlerini bilmeyen Gül ise, her şeyin normal olduğunu sanarak ameliyat olacağı günü bekliyordu.
Nöbetçi olduğum bir geceydi. Hastalarımın tansiyonlarını ölçüp, iğnesi olanlara iğnelerini yaptıktan sonra, her zaman olduğu gibi malzeme odasına sargı bezi ve yara pamuğu hazırlamaya geçmiştim ki bir ağlama sesi duydum. Bu saatte herkesin uykuda olması gerekirken bu ağlama sesi de neyin nesiydi? Sesin geldiği yöne doğru, hastaları rahatsız etmemek için parmak uçlarımda yürüyerek ilerledim. Lavabonun önünde durdum.
Ağlayan Gül’dü. Sormadan edemedim:
— Ne oldu Gül, niçin ağlıyorsun?
— Yok bir şey abla, dedi.
Ama yüzü sapsarı kesilmişti. Tüm bedeni titriyordu. Belki bir şeyden çok korkmuştu. Onu o halde bırakamazdım. Sorularımı sürdürdüm:
— Köyünü mü özledin yoksa?
— Evet, özledim... Ama onun için ağlamıyorum, Seher abla, dedi.
Bu sefer daha da meraklandım:
— O zaman seni biri mi üzdü? Bak, bana söylemezsen olan biteni, daha seninle konuşmam, ablan olmam.
Gül de, ben de oraya yeni gelmiştik. İkimiz de kimseyi tanımıyor, yalnız hissediyorduk. Onu en iyi ben anlayabiliyordum. Yalnız olmadığını, benim yanında olduğumu davranışlarımdan ve samimiyetimden anlıyordu. Merak ettiği her şeyi sadece bana soruyor, görevde olmadığım günler beni sabırsızlıkla bekliyor, kimsenin benim kadar ona sıcaklık göstermediğini söylüyordu. “Bir daha ablan olmam,” demem etkiledi onu. Gözleri nemli ve tedirgin bir şekilde acı acı gözlerimin içine baktı.
Gül, o bölümdeki hastalar koğuşunun adeta iyilik meleğiydi. Herkesin yardımına koşuyor, eli titreyen yaşlı teyzelerin suyunu içiriyor, kollarına girerek onları lavaboya götürüyordu. Bazen de malzeme odasına yanıma geliyor, bana yardım ediyordu. Bu koğuşta onu kim üzebilirdi ki? diye düşündüm içimden.
— Şey abla... dedi ve sustu. Gözlerime bakarak yeniden ağlamaya başladı.
Dilinin ucuna gelip geri dönen o “şey” neydi? İçime bir kurt düştü. Gül’ü yanıma alıp malzeme odasına geçtim. Artık hiçbir şeyi gizlememesini söyledim, neredeyse emri vakiyle:
— Şey abla, aramızda kalsın olur mu? Şu adam var ya, hani kel kafalı, kocaman göbekli, buraları temizleyen... İşte o adam. Hep beni takip ediyor. Ne zaman lavaboya çıksam beni sıkıştırıyor, sağıma soluma dokunmaya çalışıyor.
O zamanlar “taciz” kelimesi bu kadar yaygın değildi. Yaygın olsa da, bir köylü kızının lügatinde yer almamıştı. Bahsettiği kişiyi çok iyi tanıyordum. Adı Remzi’ydi.
— Ne zamandan beri? Yeni mi başladı? diye sordum.
— Geldikten bir hafta sonra sanırım. O adam sapık gibi bakıyor abla. Ondan çok korkuyorum. Gördüğüm yerde elim ayağım titriyor. Bir de her gördüğünde kaş göz işaretleri yapıyor. Nöbetçi olduğu geceler bana saldırıyor, dedi.
İnanmak istemedim. İçimden “belki yalandır” diyordum. Ama kızcağızın ağlamasına da şahit olmuştum. Remzi’nin böyle biri olacağına hiç ihtimal veremiyordum. Torun-torba sahibi bir adamın, çocuğu yaşında, kimsesiz bir kıza nasıl böyle bir şey yapabileceğini aklım almıyordu.
Remzi, doktorları ve bizleri gördüğünde önünü ilikleyip selam veren, hal hatır soran, saygılı bir adamdı. Gerçi hastaneye yeni gelmiştim; tam tanımıyordum ama izlenimim böyleydi. Demek ki insanların bir başka yüzü daha olabiliyordu...
Şimdi ne yapmalıydım? Remzi’yi takibe almalı, gözümle görüp emin olmalıydım. Eğer gerçekten böyle bir şey yapıyorsa cezasız kalmamalıydı. Ama yok yere bir insanı da ekmeğinden etmek istemezdim. Bu fikrimi Gül’e söylemedim. Ona sadece:
— Bir daha öyle bir şey yapamaz sana. Rahat ol, dedim.
Kızın yüzünde bir sevinç ve gülümseme belirdi. Onu odasına yatmaya gönderdim.
O gece Remzi başka servise indi, bir daha yukarı çıkmadı. Hemen hastane çalışma cetvelinden Remzi’nin nöbet günlerini not ettim. Gündüz mesaisinde doktorlar ve hemşireler göz önünde olacağı için, kıza dokunmaya cesaret edemezdi.
Bir yandan da Gül’ün ameliyatını öne aldırmak için doktorlarla görüşmeye karar verdim. Ya kızı unutmuşlardı, ya da garibim, hakkını arayamadığı için başkaları araya alınmıştı.
Üç gün sonra Remzi’nin tekrar nöbeti vardı. Dört gün sonraki nöbetimi bir arkadaşımla değiştirerek aynı güne aldırdım. O gece başka bir hemşire arkadaşım, bir bayan hasta bakıcı, ben ve Remzi nöbetçiydik.
Hastanede yeni olduğumdan bana inanmazlar diye birlikte çalıştığım hemşire arkadaşıma da olayı anlattım. Onu da malzeme odasına, lavaboya yakın yere çağırdım. Gül’ün odasından çıkmasını bekledik. Gül neredeyse yarım saat sonra, ürkek, sağına soluna bakarak koridora çıktı ve sessizce lavaboya geçti. İki üç dakika sonra Remzi, nereden çıktığı belli olmadan, sessizce lavaboya süzüldü. Az sonra biz de peşinden girdik.
Ne görelim! Kızcağızı köşeye öyle bir kıstırmış ki... Bağırmasın diye bir eliyle ağzını kapatmış, diğer eliyle dokunmadık yeri bırakmıyordu. Zavallı kız, bağıramıyordu bile.
İçeriye nasıl dalıp Remzi’ye nasıl saldırdım, hatırlamıyorum. Arkadaşım beni zor aldı elimden. Remzi af diliyor, elimize eteğimize yapışıyor, bir daha yapmayacağına yeminler ediyordu. Hemen nöbetçi doktora durumu anlattık.
Birkaç gün sonra yönetimden çağrıldık. Gördüklerimiz ve bildiklerimiz soruldu. Gül’ün ameliyatı derhal yapıldı ve taburcu edildi. Sonradan duyduğuma göre Remzi, kimselerin yüzüne bakamaz olmuş ve başka bir hastaneye tayin istemiş...
---
ALİYE UYANIK /BOZOK KIZI
21 ŞUBAT 2016 PAZAR