2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
794
Okunma

Yaşı 25 veya 30’u gösteriyordu. Sakalı düzgün kesilmişti. Temiz bir yüzü vardı. Sırtındaki küfe kâğıtlarla tıka basa doluydu. Anlaşılan genç adam ekmeğini çöpten kazanmaktaydı. İlk bakışta medyadaki haber, sıradan bir haber gibi gelmişti bana. Metnin devamını okuyunca haberin içiriğine odaklandım: O gencin atama bekleyen bir öğretmen olduğunu okur okumaz boğazıma bir ayva dilimi takılmış gibi yutkunamadım. Hıçkırıklarım düğüm düğüm dizilmişti boğazıma.
Benim oğlumda öğretmendi. O da işsizdi.
Bugünse kendime şu soruyu sordum:
"Nasıl bir ülkede yaşıyorum ben?"
Ve sorular kafamda nemalandı:
- Vefa ve minneti unutmuşuz ki, Atatürk’e saldırıyor, emanetlerine sahip çıkmıyorduk: Bu nankörlük değil de neydi?
- Sadist, sapık, katil, ruh hastalarını alkışlıyor ve arka çıkıyoruz; ama masum kadın, çocuk, özellikle tecavüz mağdurlarını korumak şöyle dursun onları ömür boyu kendilerine, yalnızlıklarına tutsak ediyorduk.
- Biz laik bir devlettik: Her dine ve inanca saygılıydık... Peki, ne değişti de şimdi ALEVİLERE kin kusar olduk?
- Dikkat ederseniz şu son 15 yılda kadına şiddet arttı?
Diyanetin başındaki adam fetvayı vermiş bile: “Aç kalan koca karısını yiyebilir.”
Başka bir alimin uyduruk kaydırak fetvası şöyleydi: “ Ramazanda tecavüze uğramış kadının orucu bozulmaz.”
Haydin, buradan buyurun! Saçmalığın tam daniskası..!
Hani biz İslam dinine, kurallarına bağlı bir ulustuk? Hem bizim dinimiz kadına sevgi ve hoşgörüyü emretmiyor muydu?
Hz. Ömer adaletini hepimiz anımsarız:
"Fırat’ta bir keçi kaybolsa benden sorulur." Söylemiyle yönettiği ülkesine başta adaleti, güveni ve huzuru sağlamıştı. Gelelim yine bizim ülkemize:
Aylar öncesinde yine bir şehit yüreklerimizi acıtmıştı: Gencecik şehidin annesi oğlunun tabutuna sarılmış ağlıyordu; şöyle hıçkırıyordu:
" Özür dilerim oğlum: On sekiz bin liram yoktu. Seni kurtaramadım..."
Allah’ım, bu nasıl bir mantıktı?
Bir asker annesi, “devlete bedel ödeyemediği için” aslanlar gibi yetiştirdiği oğlunu, emanet ettiği asker ocağından ölüsü geliyordu.
Son günlerde bir başka acı sosyal karemiz, yine acıtıyordu içimizi...
Sokaklarda karton kâğıt toplayan tam 500 bin insanımıza " 20 bin TL." ceza çıkmış meclisin adalet, ekonomi tombalasından. Hem onlar, çöpten kaçak toplasalar bile kime/kimlere satacaklardı? Hükümet 140 bin TL ceza ile alıcılara da yaptırım getirmiş.
Ben biraz konuyu araştırdım: Haberin aslı astarı nedir, ne değildir? Diye... İki "geri dönüşümcü özel şirketin” şikâyeti üzerine bu kanunları hazırlamış hükümet.
Böylece alnının teriyle sokaklardan kâğıt toplayarak geçim sağlayan insanlar, artık evine ekmek götüremeyecekti.
“Aç koyma hırsız olur, çok sövme arsız olurmuş,” derdi büyüklerimiz. Şimdi, aç kalacak olan 500 bin insanımız ne yapacak? Bu gidişle onlara eşkıyalık yolu gözüküyor gibi…
Bile bile lades değil de nedir bu?
Aklıma çelme takan bir başka kargaşa yaratacak söylemler tanık olmuştuk: O meşhur söylem şuydu: Anımsarsanız, 1-2 yıl önce adamın biri kürsüden ekranlara şöyle haykırıyordu:
" Daha durun siz; hepinizin anasının a....mına koyacağız biz!!!"
“Aa, ne ayıp, adam resmen hakaret, küfür etmişti halka!” ekranın başında şaşkınlıktan dona kalmıştık: Küçük dilimizi yutacaktık sanki…
Anlaşılan adam, Sözünü tutmuş görünüyordu: ANAMIZA DA ÇOCUKLARIMIZA DA SOYUMUZA DA GEREKENİ YAPIYORLARDI.
Küfrü eden kişi meğerse Uludağ Elektrik Şirketinin sahibiymiş. Yıllarca vatandaşlara kaçak elektrik bedellerini cebren ödeten, haksız kazanç sağlayan kişinin ta kendisiymiş. Demek adam sözünün takipçisiymiş de biz yeni anlıyoruz.
Vallahi, kodu mu oturtuyorlardı vatandaşları...
Evet, yazımın başındaki sorumu, biraz olsun açıklayabildim sanırım.
Neyse biz yine de umuda kurşun sıkmayalım:
Güzel ve aydınlık günlere ulaşmak dileği ile...
Emine PİŞİREN
Kocaeli /Gölcük