5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1079
Okunma
renksiz, boyasız evler. kokulu gereksiz bir çay dudaklarıma tecavüz ediyor, ağzım, alabildiğince çaresizim.
yürüyorum, sokak uçlarında yalnız başına, tüyleri çamurdan kirlenmiş köpekler var. aslında kar da onların kirli olmasına sebep, kedilerin de köpeklerden farkı yok. bu soğukta paltosuz dışarı çıktığım için kendime gülüyorum ama dolapta ne kadar üst giysi var giyindim; kat üzerine kaçak çıkılmış katım. kaskatı olmaktan iyidir. üzerime damlayan lağım suyundan dolayı kendimden bir kez daha nefret ediyordum ama içtiğim ilaç mışıl mışıl uyumama sebep olduğundan, uyanınca nefreti de bir kenara bıraktım. insanın üstü başı bok gibi kokarken, bazı ruhsal deneyimlerinden muzaffer bir komutan edasıyla dönmesi de olası. yalnız mütemadiyen muvaffakiyeti hâlihazırda kazanım olarak görmek de insanı hataya sevk ediyor. bir nevi kendime tutumum güvenilir olduğunu nutuklarla bildiren devlet politikasına benziyor. adaleti, emniyeti, sağlığı, fiziksel ve zihinsel aktiviteleri ve sosyal yaşama dair güvenceler içerisindeyim. gözlerimi örneğin, onlara iyi bakmam gerektiğinin farkındayım. diğer uzuvlarda buna dahil ve ahmaklarla, aptallığıyla bilgisini satanlarla -buna beden de dahil- işim olmamalı. sayılan, sarf edilen yahut söylenen bir yasa dahi olsa, insanlığın önceliği insan gibi yaşamasındaysa eğer, bunu başarmak için mi çalışmalıyım?
oyuncak araba koleksiyonu olmasından memnun olacak biriydim, bir zamanlar bu hayalle yaşıyordum. hayallerin acıtan yanı muğlak bir sevinç kaynağı olması. insanların çoğu da hayalle umudu karıştırması da feci bir durum ayrıca.
insanlar sevgili eksiği çekebilirler buna anlam verebilirsin normal şartlarda. bu senin meşru dairede eşin de olabilir, diğer türlü de. mevzu insanların yalnız başına hayatı kaldıramamalarından kaynaklanıyor. fakat bu ilişki sarmalında alışkanlıkların ve duyguların çatışmalarını göz ardı etmek, esaslı harpleri geciktirmekten başka ne fayda sağlıyor? kendini tanımanın özünde, bir başkasıyla münasebetinde ölçüyü ayarlayabilirim derken, farkına varmadan düşülen vartalar yüzünden suçlu kim oluyor? bana şu an gerekli şey, sırtımı kaşınmaktan kurtaracak bir liften başkası değil.
günlerdir karşılıklı bakıştığımız kırtasiyeye girince, anlamını insanın okumakla bazı noksan taraflarını giderebileceği huzur içerisindeydim. başında pembe başlığı, elinde mavi ve sarı renkte iki poşeti olan, lacivert atkısı boynuna sarılı, yine lacivert renkte dizlerine kadar uzanan kabanıyla şarkı söyleyerek içeri giren tatlı bir kız çocuğu huzuruma süs olunca, bu huzurun bana fazla geldiğini düşünüp, dört kalem ve bir not defteri olan poşetimi sallayarak kırtasiyeciye hastalıklı selamımı verip merdivenlerden aşağı indim.
ve sonra tekrar merdivenler. bu merdivenlere gelene kadar hayalini kurduğum karavan rüyasında çabuk uyandığım ve yayları sırtıma batan yatan uzandığım için şükür etmem gerekiyor.
başka bir şeylerden bahsetmeliydiniz, diyor hafif tombul, saçlarını topuz yapmış, kırmızı penye üzerine gri bir yelek giymiş bayan. gitmem gereken yeri de, çoğul hal de umudu da ve kendime çağrılan o eşsiz ziyafeti de burkan hayatın içinde hissizlikten öte yanıma erişemiyorum.