5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1472
Okunma

Kısmetten öteye yol bulunmazmış.
Hayat bana öyle bir yol çizmiş ki; inişlerinden çok çıkışları var. Tırman, tırman bitmiyor.
Otuz beş yaşımda, görevli olarak, tek başıma vatandan, anadan, yârdan ayrı düştüm yollara. Hedef: Almanya’nın Bremen eyaleti. Sebep: Yurtdışındaki işçi ailelerinin çocuklarına Türkçe ve Türk Kültür Dersleri vererek benliğini kaybetmeden hayatlarını sürdürmelerini temin maksadıyla devlet tarafından verilen eğitim hizmetinin bir neferi olmayı yürekten istemek.
Vardık ve bizden evvel orada bulunan meslektaşlarımızla tanıştık. Vazifemize başladık.
Bir taraftan, vazifeli olduğum üç ayrı okulda öğleden sonralarına programlanan derslerimi verirken diğer taraftan da içinde bulunduğum devletin lisanını öğrenmeye çalışıyorum.
Haftanın iki gününde sabahtan öğleye kadar bağlı bulunduğumuz Hannover Konsolosluğu’nca resmî kanaldan tertiplenmiş olan lisan kursuna (!) devam ederken, diğer yandan gene haftanın iki günü akşamları kendi isteğimle Bremen Eyalet Hükümetinin Halk Eğitim Merkezlerinde verilen lisan kursuna devam ediyorum.
Akşamları verilen kursta değişik milletlerden insanlar var ve hepsinin tek gayesi içinde yaşadıkları memleketin insanları ile temel ihtiyaçları teminde olsun anlaşabilmek.
Öğleden önceleri gittiğim kursta ise sadece Türk Devleti tarafından görevli gönderilmiş Türk Öğretmenler var. Kursta ders veren eğitici kişi meslekte oldukça tecrübeli, Türkiye’de dört yıl süreyle İstanbul’daki Alman Lisesi’nde görev yapmış, Türkçeyi oldukça ileri düzeyde bilen ve konuşan, aynı zamanda Türkiye’nin 38 ayrı vilâyetini gezip tanımış bir Alman öğretmen. Bu öğretmen Türkiye vilâyetlerini tanırken aynı zamanda insanlarımızın karakteristik özelliklerini ve zaaflarını da tanımış tam bir misyoner.
“Misyoner” kelimesini özellikle kullanıyorum, çünkü bu adam sürekli Almanya’nın devlet olarak ekonomik gücünü, kültürel olarak sağlam temeller üzerine oturduğunun propagandasını yapabileceği materyalleri çok güzel bulup değerlendiriyor. Bununla beraber, hitap ettiği kitlenin zaaflarını ve zayıf noktalarını da üstüne basa basa aşağılar tavırlarla gözüne sokmayı mahirane şekilde yapıyor. En fazla üstünde durduğu iki husustan birincisi Kürt vatandaşlarımızın yaşantısı, yoksulluk, ulaşımdan kaynaklanan zorluklar, eğitim noksanlığı ve lisan ayrılığı. İkinci husus ise resmî görevle orada bulunan biz öğretmenlerin kendi aralarındaki 1980 öncesi siyasî kamplaşmaların izlerini kaşıyıp, belli başlı konularda nasıl ayrı düşünce sergilediğimize ve kendi aramızda sert tartışmalara girdiğimize bakarak kenardan kıs kıs gülmek. Tabii ki bütün bunları yaparken çorbada tuz misali lisan öğretimi konusuna da zaman zaman uğramakta. Yani asıl yapması gereken iş olan lisan eğitimi ikinci plânda kalıyor ve hazret, sürekli kendi milletinin üstünlüğünü bizlere anlatmak ve fikren bizim kabulümüzü sağlamak telâşında.
Bu minval üzerinde zaman akıp geçerken bir ders günümüzde ortaya atılan bir konu üzerinde –aynı zamanda hukuk fakültesini de bitirerek avukat olma hakkını kazanmış olan bir meslektaşımız- söz alarak konuşmaya başladı ama daha girizgâh faslında “Zaten Hitler…” dediği ân Alman hoca elini kaldırıp konuşmayı durdurdu ve söylediği söz şuydu: “Hitler bir Almandır ve onunla ilgili olarak sadece –bir Alman olarak- ben konuşabilirim. Alman olmayanların Hitler hakkında konuşmalarına izin veremem!” Ve: Arkadaşımız, lâfı ağzına tıkılmış olarak susup konuşmaktan vaz geçti.
Bu sırada ben söz alıp: Bayım (ismini özellikle yazmıyorum), siz, bizim ülkemiz ve devlet adamlarımız ile ilgili olarak her türlü sözü söylerken biz, dünyaca bilinen gerçekleri söyleyemeyecek isek bunun adına ne denir? Ben, bunu kabul etmiyorum. Ve sizi asıl yapmanız gereken lisan dersine davet ediyorum. Lâkin bu davetimi evvelce de birkaç kez yapmış olmama rağmen siz aynı tavrınızı sürdürdünüz. Ben burada devletimin görevlisi olarak bulunuyorum ve resmî bir anlaşma gereği olarak bu kursa iştirak ediyorum. Bugünden sonra ise resmen protesto ediyorum ve sizin derslerinize de gelmeyeceğim, Almancayı da öğrenmeyeceğim. Dünyada sizin lisanınızı konuşan bir kişi eksik olsun! Diyerek ders yapılan mekânı terk ettim.
Gerçekten de o günden sonra tekrar derse gitmedim. Ve gerçekten de görevim bitip ülkeme döndüğüm güne kadar mecburiyet olmadıkça Almanca konuşmadım.
Bu tutumumun değerlendirmesi ise ayrı bir yazı konusu olur. Ben şimdilik sadece bir hatıramı naklettim.
Saygılarımla…
-muhacir bozkurt-
Mustafa KÜTÜKCÜ
02.01.2016 – DENİZLİ.