0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1341
Okunma
Enstitüde işler diken üstünde yürüyordu. Bilhassa okula gelip giderken her an birilerinin saldırısına uğramak mümkündü. Enstitünün içinde grupların hâkimiyeti olduğu için nerelerin kimle
re ait olduğu biliniyor ona göre hareket ediyorduk. Kaldığım evde birtakım çalışmalar yapılacağını sezdiğim zaman N.Küçüğün akrabası olan Fahrettin’in evine gidiyordum. Fahrettin iyi bir insandı. Bizden bir yâda iki sınıf öndeydi. Beni N. tanıştırmıştı. Aynı zamanda Reşat beyle akrabalıkları varmış. O zor zamanlarda bana evini açıp sofrasında birkaç kez yiyecek ikram etmişti. Fahrettin’in akrabası olan Hilmi Bey onlara birde iş sağlamıştı. Orman Mühendisi olan Hilmi Bey, ormanda yer alan uyarı levhalarının yazım işini onlara vermişti. Evde levhaları yazıyordı. O zor günlerde birbirlerine destek oluyorlardı.
Bir ara Mesut diye bir arkadaş bir aylığına memlekete gidince evinin anahtarını bana verdi. Ev dedi isem öyle dayalı döşeli bir yer değil. Odaların içi gazete serili üzerinde bir somya olan bir yer. Ama bu benim için bulunmaz bir nimetti. Tek sorun bu ev Yeşilyayla tarafında, Yeşilyayla da ülkücülerin kontrolünde olan bir yerdi. Gelip giderken kimseye görünmeden gidip gelmeye çalışıyordum. Yani sabit bir yerde durmak oldukça riskli oluyordu. Her gün bir yerlerde insanlar saldırıya uğruyordu. Ölüm haberleri rutin hale gelmişti. Meskende de sürekli saldırılar olduğu için sürekli toplantılar yapıyorlar alınacak tedbirleri konuşuyorlardı. Özen sokaktaki 10 numaralı evde toplantı yapılmadığı yâda kimsenin olmadığı zamanlarda kuzeye bakan tarafındaki bahçeye çıkıp orda ders çalışıyor birazda dinlenme fırsatı bulu yordum. Bazen bütün olanları unutuyor evde beraber kaldığımız arkadaşlarla şakalaşıyorduk. Daha çokta Denizli’den biraz dili peltek olan bir arkadaş yöresinin ağzıyla konuşmalar yapıyordu.
“Ulen ünleyi ver şu domuzun kızanına, beni götüverecekse götürsün, götüvermese götüverecek çok gayri “Bu konuşmaya birde onun mimiklerini el hareketlerini katınca gülmekten yerlere yatıyor gözlerimizden yaş akıyordu.
21 Aralık 2015 Pazartesi, 12:28:27
Enstitüde işler oldukça gergindi; her an, okula giderken ya da gelirken bir saldırıya uğrayabilirdik. Enstitü içindeki grupların belirgin hâkimiyet alanları vardı, dolayısıyla hangi yerin kimlere ait olduğunu bilerek hareket ediyorduk. Kaldığım evde bazı hazırlıklar yapıldığını fark ettiğimde, N. Küçüğün akrabası Fahrettin’in evine gitmek, en güvenli seçenekti. Fahrettin çok iyi bir insandı, bizden bir ya da iki sınıf öndeydi ve tanışmamıza vesile olan kişi N. olmuştu. Aynı zamanda Reşat Bey ile de akrabalıkları vardı. O zor zamanlarda Fahrettin, evini açıp birkaç kez bana sofrada yemek ikram etmişti. Fahrettin’in akrabası Orman Mühendisi Hilmi Bey de onlara iş bulmuştu; ormanda bulunan uyarı levhalarının yazım işini onlara vermişti. O dönemde birbirlerine destek olmak, hayatta kalabilmek için çok önemli bir şeydi.
Bir gün, Mesut adında bir arkadaşım memlekete gitmişti ve evinin anahtarını bana bıraktı. "Ev" dediğim şey, aslında oldukça sade ve basit bir yerdi. Odaların içi gazete ile kaplanmış, üzerinde sadece bir somya bulunan bir mekândı ama yine de benim için çok değerli bir sığınak olmuştu. Tek sorun, bu evin Yeşilyayla tarafında olmasıydı ve bu bölge, ülkücülerin kontrolündeydi. Bu yüzden, oraya gelip giderken kimseye görünmeden, dikkat çekmeden hareket etmeye çalışıyordum. Sabit bir yerde durmak riskliydi; her gün bir yerlerde insanlar saldırıya uğruyor, ölüm haberleri neredeyse sıradan hale geliyordu. Meskende de sürekli saldırılar olduğu için tedbirler almak adına sürekli toplantılar yapılıyordu.
Özen sokaktaki 10 numaralı evde toplantı yapılmadığı yâda kimsenin olmadığı zamanlarda kuzeye bakan tarafındaki bahçeye çıkıp orda ders çalışıyor birazda dinlenme fırsatı bulu yordum .Bazen, tüm bu zorlayıcı koşulları bir kenara bırakıp, birlikte kaldığımız arkadaşlarla şakalaşıyorduk. Özellikle Denizli’den gelen, dili biraz peltek olan arkadaşımızın yöresel ağzıyla yaptığı konuşmalar çok komikti. Bir gün, o klasik halini almış bir şekilde “Ulen, ünleyi ver şu domuzun kızanına, beni götürecekse götürsün, götürmese götürecek çok gayri!” dedi ve mimiklerini, el hareketlerini de katınca gülmekten gözlerimizden yaşlar akıyordu.
O anlar, zorlu günler arasında bana güç veriyordu. Hem gülüyorduk hem de yaşadığımız sıkıntıların, dostluk ve dayanışma ile aşılabileceğini hissediyordum.