Okuduğunuz
yazı
20.12.2015 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
...
...
Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
ibnî arabî, bir gün sokakta Bahaeddin Veled'i görmüş, arkasından da küçük Celaleddin yürüyormuş. "subhanallah, bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor" demiş Arabî.
teşbihte hata olmaz derler. cengiz'in, naciye'nin, merve'nin, dernektekilerin... görünüşte hepsinin arkasında kalmış gibi görünen bir şahıs.
Öyküyü açtığımda, bir hayli uzun olmasını anlamamla birlikte içimdeki okuma şevki kırıldı. Mecburiyetim yoktu okumaya elbette. Keyfimin kahyası mı, “Nerde trak orda bırak” icabında diye düşünüp, başladım okumaya. Daha ilk cümlelerinden itibaren öykünün içine düşmem hatta daha da ileri gidip, gürültü yapıyor diye elmamı yememi ertelemem garibime gitti. Bunun sebebi öykülerine alışmam galiba, diye düşündüm. İlk dinlediğinde beğenmediğin parçayı sonradan çok sevip, albümün diğer parçalarını da *okunu çıkarana kadar dinlemek gibi. Ya da; tarzına alıştığın bir yazarın her konuda yazdıklarını beğenmesen de sıkılmadan okuman gibi.
Bol kadınlı kısımları okudukça aklımın bir yerlerinde A.H.Tanpınar’ın “Emine’nin ölümü” üstüne yazdıkları cirit atmaya başladı. Çoğu öykün gibi bir öyküye çoktan hazırlamıştım kendimi. Bir belgesel kıvamında bazen ciddi bazen matrak ama analitik aklı hep bir yerlerde tutan bir yığın analiz, bir yığın güzel cümleyle bezeli bir yığın hoş tasvirle gelen bir son. Aklımda, hangi öykünde olduğunu asla hatırlamayacağım, sisli bir perdenin arkasında kalacak, ayırt edici ‘kendi öznel darbesini’ oluşturamamış bir yığın güzellikle heba mı olacak yine, sorusu; Merve’nin “Aydan gelecekmiş” öyküsüne geçiyorum.
Bir on satırı ya okudum ya okumadım, okuduğum kısımlarda geçen sigara mevzusunun içimde uyandırdığı sönmeyen arzuyu dindirmek için mutfağın penceresine tüneyip, bir cigara yakıyorum. İşte tam o an okuduğum satırların “sen” olduğunu düşünüyorum. Bu kadar analitik bir akıl elbette farklı şeyler kaleme alabilirdi, diyorum. Gülümsüyorum.
<<Yutkunarak ‘evet’ dedim, ‘saçma ya, zaten böyle öyküler dergilerinizde yayınlanmaz.’ >> Avucumda ne kalacağının merakıyla, aslında ben de yutkunuyorum burada.
Velhasıl, işte bu ‘kendi öznel darbesini’ vurmuş bu öykün, tüm detaylarını etrafına topladığı bu kısmıyla en ince detayına kadar, bağımsız olarak, hep aklımda kalacak. Adını unutsam da...
Aslında bir hikayenin kısa ya da uzun olması bence çok önemli değil. Hatta neden kısa olsun ki hikaye? diye bir soru hiç de anlamsız olmaz. "on cümle de anlatılacak bir meseleyi, üç cümlede anlatma beceri olabilir. tabi, bu demek olmuyor ki on cümlelik bir anlatım sıkıcı, insanı bezdirir de, üç cümlelik yer daha rahatlatıcı, öz ve anlaşılır. " demişsin ya kesinlikle katılıyorum ve hatta tercihimi üç değil on cümleden yana koyuyorum. Yeter ki anlatımın edebi estetiği insanı uçursun. Fıkra değil, öykü nihayetinde okuduğumuz.
Benim girişte öykünün uzun olmasıyla ilgili koyduğum tavır, sadece, yine ucu bucağı olmayan güzel tasvirler yapan ama bitişte avuçta bir şey bırakmayacak cümleler demonstrasyonlarıyla tatsız bir final yaşama (hatta finalsizlik) korkusuydu. Öyle olmadı elbet. Ve tüm samimiyetimle 500 sayfa olsa okurdum, hissiyle bitirdim öyküyü. Hatta, çok daha uzun olsaydı keşke...Yani bir öyküydü aradığım, kocaman bir romandan alınma ucu, sonu belli olmayan güzel ama akılda kalmayacak, finalsizlik değil.
Demem o ki; son öykülerin, gerçek birer öykü ki, uzun olması okuyucu açısından asla sorun teşkil etmez. Hatta, bana sorarsan, son öykülerin o kadar sahici ki, şahsen beni derinden etkileyen, ilham verici birer baş yapıt.
Bir öyküde ne olabilir ki; içerik ve biçim. Biçim konusunda senin hiçbir zaman sorunun olmadı. İçerik konusunda ise nedense seni hep zayıf buldum. Elbette burada içerikle kastım çok ekstrem şeyler değil. Olsa da olur elbet. Bir insana "Nedir senin hikayen" dense, anlatacaklarında bir içerik belirler ve bir finalle biçimlendirir onu.
İşte son öykülerinde mükemmel biçimlendirdiğin bir öykü var artık. Bir okur için bundan iyisi şamda kayısı.
İhtiyara bu kadar konuşma hakkı verirsen, böyle saçma sözlerle baş ağrısına da hazır olmalısın.
kısa öykü yazmak ciddi mana da maharet isteyen bir konu. bunun farkına her geçen gün daha iyi varıyorum. on cümle de anlatılacak bir meseleyi, üç cümlede anlatma beceri olabilir. tabi, bu demek olmuyor ki on cümlelik bir anlatım sıkıcı, insanı bezdirir de, üç cümlelik yer daha rahatlatıcı, öz ve anlaşılır. bu edebiyat içerisinde kesin ayrımlara uğramadan, isteyen istediği gibi yazmaya devam ediyor. (Bu yönden konu itibariyle çekimi az da olsa, Yekta Kopan iyi dengeliyor; dil olarak da güzel)
gelelim buraya. burada benim için de aydan kısmı süpriz oldu biraz. sizin tabirinizle 'öznel darbe' var ama çok da etkin değil. ilginç bir son, beklenmedik olduğu için insanın yine de hoşuna gidiyor. başta bu fikir ortaya çıkınca, kendime 'ya bir git, ne alakası var, oradan oraya, çok basit' diye söylenmiştim. öykünün ciddi mana da birkaç sayfasını sildiğim için (daha da kısaltamadım) aydan olayının uzatılması anı vardı ki, bu da aslında süslü cümlelerle fiinali beslemek olurdu. gereksiz kaçtığının farkına vardım.
ayrıca teşekkür ederim.yazanları cesaretlendirmeniz güzel bir erdem.
Naciye ile Cengiz bana çok doğal geldiler. Çok gerçekçi tasvirden dolayı olsa gerek daha doğal geldikleri için -Naciye'nin ense kılları ya da tüyleri de dahil- sevdim. Sokrates kısmı bayağı zevkliydi. genelde sizin öyküleri okurken "çok rahat yazabiliyor, konuyu istediği gibi gerçeklik katabiliyor, fakat konuyu fazla dağıttığı için, bütünlüğü bozduğu için öyküyü vurucu noktaya tam getiremiyor." diye düşünürüm. sanırım kurgu olarak realist çizgiden uzaklaşmak istemiyorsunuz. bu öyküde de öyle düşünmeye başladım ki -mesela aylan ile ilgili öykünün uzun uzun anlatılması gibi - final kısmındaki bağlantı beni ters köşeye yatırdı. bence bunları daha sık yapmalısınız. öykülerinizin en büyük ihtiyacı budur. çok tebrikler, saygılar.
Öykü bitmedi. Ancak yarıladım. Akşama biter ben de yorumu tamamlarım da Simdilik yazmadan geçemeyeceğim Tipik klasik erkeğin bilinçaltı denemeleri gibi geldi. Sonuna bakalım ......... Bitti. Çok yanılmadığımı gördüm. Boşta gezenin boş kalfası tipinden tipiklerin bilinçaltı ya da ilgi alanına dönük gözlemlerinin ortaya serilişi. Bunlar sadece bakışlar ve iç serzenişler. Dışa vurumu çok farklı boyutlarda. Günümüz tipik erkek karakterleri açısından baktım, gördüm. İlk defa okuyorum sizi.
ırmak yosunkent tarafından 12/21/2015 1:42:06 PM zamanında düzenlenmiştir.
Evet varlar. Oldukça farklı, örgütlü ve yerine-hedefine göre, Varoldugu yerdeki ihtiyaçtan kaynaklı birçok feminist akım var. Her biri de varolan egemen zihniyet ve karakterinden kaynaklı (yazıda biraz deginmişsiniz) yaşanan sorunlara çözüm olabilmek için çıkmışlar. Saygılar.
Yutkunarak ‘evet’ dedim, ‘saçma ya, zaten böyle öyküler dergilerinizde yayınlanmaz.’ şu yayınlanmayan öykü ve anlatıcının ruh hali bi an gözümde canlandı. ve bitime doğru o öyküye dönüp tekrar okudum. merve'nin sesiyle ilgili olan cümleyi de çok sevdim.
Aydan kirpiklerini uzatıp karşısındakine baktığında, sanıyorsun ki sana batacak o kirpikler. ve Aydan , kitap okumasını da sevmiyordu. editör kız evli çıkmıştı. öyküye gönderilen cevapta Nezaketen istemiyoruz kısmı acıtıydı.
sanat filmi gibi bir yazıydı. hani orada da böyle çok düşünce, az konuşma geçer ya. yalnız dikkatimi çeken Hakkınsesi'nin okuduğum öykülerdeki ana kahramanlarının genelde hiç işinin gücünün olmaması:) yani sanki hepsi boş gezenin boş kalfası gibi. e bi kere de bi davete gitmeyin yahu. neyse, bana neyse:) şimdi pek kötü niyetli, her şeyin kötü yanını gören biri olduğundan belki çok ısınamadım ben ana karaktere. ama inanılmaz gerçekçi.
şu uzun mesaj olayı. ben de öyle yaparım bazen:) yani asıl söyleyeceklerini hazırlarsın ve hemen onu söylemeyeyim diye önce bir girizgah yaparsın. detayları seviyorum.. tabi detay deyince zeytin ve zeytinyağı kısmını ayrı sevdim. peki Sokrates bütün bunları duysaydı ne yapardı? belki de ciddi ciddi kızgın bir tavır takınır ve inadına "evladım" la başlayan bir cümle kurabilirdi.
dilimden, gözümden gelse... güzel bir detay:)
hımm.. kadın kahramanı konuşturmak konusunda mekansız'a katılıyorum. ben öykülerimde daha çok erkekleri konuşturmayı severim mesela, onlar etrafında döndürmeyi olayı. bilmem bu daha keyifli oluyor. yani zaten kendi cinsiyetinde yazmak neden heyecan versin ki? ki bi yazar tanıyorum yine bu edebiyat camiasından, şimdi yazmıyor galiba ama onun kadar bu işte usta başka birini tanır mıyım bilmiyorum...
her neyse, şu meczup kabusum oldu. kendimi özellikle 'limbo'yla çok özleştirdim galiba:)
Bu biraz da benden kaynaklanıyor, bilinç altında işe, çalışmaya, boyun eğmeye reddiye var. Mantık ölçüsünde zamanın şartları Epikuros şartları gibi durmayabilir ama zıddına yaşamayı bilen bir filozof ne diyebilir 'mutluluk çok paran olduğu zaman artmaz, temel ihtiyaçlarını giderdikten sonra sana asıl lazım olan birkaç şey var:
seni ispat edecek, yaşadığını hissettirecek dostlar. özgürlüğün. (kadınların hor görüldüğü Roma da bile (soylular hariç) önemli bir etmen Epikuros'un özgürlüğü cinsiyet ayırt etmemesi) düşünmek, bu zaten mesele. düşünmüyor çoğumuz, muş gibiyiz yemek giysi ev
mesela ana kahramanlara ait öykülerden birinde, devletin insanlara öncelikle ev, yiyecek, sağlık garantisi sağlamasından bahsedilebilir. İstanbul da özellikle ikinci evi olan, üçüncü olsun der. (en dürüst düşünceli geçinen insan bile kira geliriyle yaşamaktan memnundur, bu onun suçu mu? M.ö. antik roma da bile bu böyleydi, şehrin içinde ve dışında evleri olan zenginler çoktu.
bazı yönlerden itiraf etmeliyim ki kasıyorum kendimi yazılarda. Sürrealist bir öge barındırması, gerçekten uzaklaşması, hayalci davranmak can sıkıcı geliyor. Bunu Polonyalı, Finlandiyalı, Fransız, İtalyan, Türk yönetmenler de yapıyor o sanat filmleri denen filmler de. Sanırım 98 ya da 99 tarihine ait bir film de, genç bir kızın yaşadıkları filme alınmıştı. Filmin adını geçiyorum, öyküsünü de(öykü zaten günü anlatması), kız örneğin bot giyiyor film boyunca birkaç kere. O botu giyme anındaki zahmeti, kendimi anımsayarak irkilmiştim. Bağcıklı bir ayakkabı gibi, hayat sonuna kadar çözülüp toparlanmaya ihtiyaç duyan pek çok hadiselerle örülü. Sonuçta bir işi olsun diye kız debelenirken, onu önemseyen birini satışa getiriyor. Kendi önceliği için, iş sahibi olmak için arkadaşını satıyor. Sonuçta mutlu olmuyor. Burnundaki dolu sümüğü bile hissediyor insan.
mesela aksiyon bir film düşünelim. Silahlı bir çatışma öncesi kırlar arasında geçen araba yolculuğu olsun ya da gemiyle, Fransa'dan İngiltere'ye gidilsin. O da olmadı evin önündeki sokak gösterilsin, bize uzak olan silahlar (olmamalarına rağmen) o sokağın, kırın, denizin gerçekliği beynimizdeki kodlarla kavuşuyor, gerilim aksiyon istesek de, bize gerekli olanın o dinginlik olduğunu fark etmeden izleyebiliyoruz.
neyse uzattım. Analitik düşüncede olunca, ayrıntıyı görmeniz de kolay oluyor. Bu yüzden aslında bakış açınız da ilginç kareler siz yakalayabiliyorsunuz.
'harp theremin gnossienne No:1 ' parçası da güzel :)
Tam uyumaya karar vermiştim sayfayı son bir kez yenileyeyim dedim baktım kırmızı yanıyor sen yazı paylaşmışsın eee okumak gerek uyku öncesi okuyunca bazen film gibi rüya görüyorum.
şu çakmak kısmını sevdim benimde vardı öyle bir çakmağım hala var yanmıyor ama hediye olduğu için atmıyorum. hediye eden gibi artık benim için yanmıyor ama yürekten atamıyorum îşte. Sokratesi çok güzel yedirmişsin o ara.
şu edebiyat dergileri yada toplantıları için bişey diyemicem hiç gidip görmüş katılmışlığım yok. zaten edebiyat facebookda yazar aforizmaları paylaşımı seviyesine döndü.
kalçalar kısmında bildiğin ideal kalça olayını düşündüm. bide abd de moda olan şu kalca büyütme ameliyatını yaptırıp sonra kalçası patlayarak ölen kadını ( o kadına üzülmüştüm) ha bide şu edebiyat cevrelerinde gizli gizli cinsel kaçamak olayları falan. bence bırakın yapılsın neyse o kısım uzun.
merveye gelince ismi duyunca pek güzel şeyler düşünmemiştim e düşündüğümde ortaya çıkmış oldu zaten. merveler adamın başına dert açıyor. Aydanlı hikayeye birşey demeyeceğim onu kendi içinde dergiden olaydan kalçalardan ve merveden ayrı düşünmek istiyorum...
mervelere ders çalışmaya gidilmez.
ha şunu da diyim. Şu cami namaz konusuda ayrı birşey
neyse Aydanın babasının ben....
ayrıca not muhtemelen acıklı bir film olur bu uykuda rüya olursa senden okuduklarım içinde en çok içime dokunan bu oldu.
Güzel fikir. Aklımda olsun. (kadın gibi düşünmenin ayrı bir yoruculuğu oluyor. Daha detaylı düşünmek lazım ki, zaten yazarlar bunları becerebilen insanlar. Öyle olabilmek için denemek lazım elbette)
Benim için uzun olmasında sıkıntı yok daha da uzun olsa diye bakıyorum bazen.
her öyküde farklı bir pencere var olsada birbirine bağlıyorum ben öykülerini bir önceki ile organik bir bağ olmasada benim İsmet serisi gibi bir önceki bir sonrakini etkiliyor gibi.
aylak adamın biraz daha modern akışı gibi.
S. Zweigın bilinmeyen bir kadının mektubu öyküsü gibi bir denemede yapabilirsin bence bir ara birazda kahramanımızın kadınlarından biri konuşsa
Merveler sıkıntı olur mu bilmem bir tane Merve vardı, kızı bir gün görmüş, beni tanıdın mı demiştim. Sen kimsin be demişti. Çok unutkanlar canım:)
rüya konusunda kas gevşeticilerin acayip bir etkisi var.
bu yazı uzun oldu biraz sanırım ama kesilen yine bir kısım da var. 17 sayfadan 25 e de çıkardı. Kafka'nın kısa öykülerine hayranım. Rilke'nin bir de. İstediğim standart dışındayım, çıtayı yükseltmek lazım.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.