5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
970
Okunma

DERİN İZLER
1962 yılında Anadolu’nun küçük bir köyünde yaşıyorduk. Soğuk bir kış günüydü. 7 yaşındaydım. O gün çok hastaydım ve ateşler içinde yatıyordum. Biz 10 kardeştik. Ben yedincisiydim kardeşlerimin. En büyük ablamız gelin olmuştu. 2 abim de astsubay okulunda okuyorlardı.
Babam evdeki abimi yanına çağırdı;- hemen atları arabaya koşmasını ve dağdan taş getirmesini söyledi. Abim ergenlik çağında 15-16 yaşlarındaydı. Hemen kabul etti. Çünkü o kendinin büyüdüğünü ispat etme çabasındaydı. Ama ne yazık ki annem buna karşı çıktı. O gün hava çok soğuktu. El ayak tutmuyordu. Her an kar tipi de olabilirdi. Abimin yaşının küçük olmasından dolayı, başına kötü bir şey gelir endişesi ile annem babamı ikna etmeye çalışıyordu. Bu çabanın sonu kavgaya dönüştü. Babam çok aksi geçimsiz, sinirli ve acıma duygusu çok az olan birisiydi. Belki de acıma duygusu hiç yoktu.
Babam anneme sen benim işime karışma diye bağırıp çağırmaya, çok çirkin küfürler etmeye başladı. Annemde abim kurda kuşa yem olmasın diye ana yüreği ile direniyordu. Babam hırsını öfkesini yenmesi için annemi dövmesi gerekiyordu ve dövdü de.
Annemi dövmeye başlayınca yataktan nasıl kalktığımı bilmiyorum. Hiç durmadan sesli bir şekilde ağlıyordum. Babamdan hepimiz çok korkuyorduk. Abim de annemi kurtaramadı. Babam annemi hem çok dövdü hem de evden kovdu. Annem, kuş gibi çırpınan yüreğini ve aklını bizde bırakarak, çaresiz babasının evine, dedemlere gitti. Ben ele avuca gelmiyordum. Aklımı yitirecek gibiydim, o kadar çok ağlıyordum ki ne yapıp edip anneme gitmek istiyordum. Babam hepimizi azarlayıp içeriye kapattı. Ama bizimle hiç ilgilenmedi. Üstelik ben çok hastaydım.
Köylerde tuvaletler dışarıda olur. Ben bir ara tuvaletim geldi bahanesiyle evden kaçtım ve annemi aramaya çıktım. Dedemlere gideceğim fakat her evin önünde bir köpek, hepsi çok yavuz. Ona rağmen her şeyi göze alarak sessiz sessiz -köpekler duymadan- dedemlerin avlu kapısına ulaştım ama ne çare; kapı kilitli ve onlarında köpekleri var. Kapının aralığından var gücümle anne, anne diye sesleniyor, durmadan ağlıyordum. Dedem, dayım, yengem, annem hepsi evdeydiler ve hiç birisi o kadar ağlamama rağmen kapıyı açmadılar.
Gözyaşlarında boğuluyordum ama annemi almadan gitmeye hiç niyetim yoktu. Belli ki annem geri gitsin diye, beni almıyorlar ve anneme yüz vermiyorlardı. Annem de kendisini sığdıramazken beni korkusundan içeriye alıp bağrına basamıyordu. Epeyce bekledikten sonra annem saklıca bahçe kapısının yanına geldi, kapıyı açmadı. Kapının aralığından bana eve gitmemi babamın öfkesi geçince geleceğini söyledi. Ama ben hiç inanmıyor, hep ağlıyordum, sonunda çaresiz, ümitle ümitsizlik arasında eve geldim.
Babam horul horul uyuyordu. Akşama doğru annem korka korka evimize geldi, babamdan saklı bizleri bağrına bastı. Babam nasıl olsa erkekliğini göstermişti ya, artık ses çıkarmadı anneme. Çünkü karnı acıkmıştı ve hepimiz aç ve perişandık. Annem hem on çocuğun anasıydı, hem hizmetçisiydi, hem kölesiydi, hem de döve döve nasıl seviliyorsa babamın karısıydı. Hem kır işlerinde, hem de evde çalışırdı. Annem çok asil bir insan, güzel öğütlü tertemiz, ahlaki güzelliği, herkes tarafından takdir edilen birisiydi ve ayrıca çok güzel bir kadındı. Ama kaderi hiç güzel olmadı, gül yüzü hiç gülmedi hayatı boyunca. Bu olay o küçücük yaşımda bende çok derin izler bıraktı. Babamı hiç sevemedim, ben onun annesinin adıydım, zaman zaman beni "anamın adı ağzımın tadı” diye severdi. Ona rağmen ben onu hiç sevemedim.
Babam eve geldiğinde ben hiç sevinmiyordum. Babanın anlamı benim için korkulacak bir şeydir.
ŞERİFE GÜNDOĞDU