3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1146
Okunma
Bugün kafadan izinliydim. Zaten sabahları beş demeden yataktan fırlarım. Yaşlılıktan mıdır nedir, az uyuyorum, fazla yatamıyorum yatakta. Erkenden dışarıya attım kendimi. Kızımı okula yolcu ettikten sonra hanımla metroya bindik. Millet de öyle bir telaş var ki sanki yer kapma telaşıyla birbirimiz ezecektik. Hanım ivedi davranınca o oturdu, ben ayakta kaldım. Yaşlılar, kadın ve hamileler için ayrılan gri koltuklar gençler tarafından işgal(!) edilmişlerdi zaten. Onlardan tarafa dönüp bakmadım bile. Dönsem de ne fayda! Biri, hemen üç milyarlık telefonuyla ilgilenmeye, diğeri de uyumaya başladı. Yataktan yeni kalkmıştı ya hemen uyuma numarası yapması anlaşılacak bir durum değildi. İki durak sonrasında yer boşalınca ben de oturdum. Cebimdeki kitabı çıkarıp okumaya başladım. Kitabın ismi ilginçti. Nedim Gürsel’in “ Şeytan, Melek Ve Komünist’i.” Biyografi romanı. Şair Nazım Hikmet ile ilgili. Doğrusu şair hakkında onu negatif yönde irdeleyen çok farklı bilgiler edinmiş oldum. Kitabın bitmesine üç beş sayfa kalmıştı. Okuyup Adnan Ötüken Kütüphanesine iade edecek, başka bir roman alacaktım. Kitaplığımda yer kalmadığı için işin çözümünü buldum en nihayetinde. Kütüphaneden üç roman alıp onbeş gün sonra diğerlerini almak. Bu da benim işime geliyordu. Böylece hem para cepte kalıyordu hem de evin içi kitap istilasına uğramaktan kurtuluyordu. Huyum kurusun kitap görünce dayanamıyorum. Bir gün karşı komşum, bütün romanlarını çöpçünün alması için koridora koyunca bayram etmiştim sevinçten. Aman Allah’ım o yazarlar hiç çöpe atılır mıydı? Sevip okşadım onları ve kitaplığımdaki sıcacık yerlerine yerleştirdim üşümesinler, diye. Akşamları eve geldikçe yapraklarını karıştırıp hal hatır sorup gönüllerini aldım.
Neyse nerede kalmıştım. Metroda değil mi? Bir durak sonrası ise içeriye benden yaşlı olmayan bir bayan girince hemen yer verdim ona. Olmaz falan dese de, kibarca lütfen, dedim. O esnada gençlerin karşısında ayakta dineliyordum. Onlar ise hala kendi dünyalarındaydılar. Koltukların üzerlerindeki yazıyı hatırlatıp kaldırmayı düşünmüştüm ama vazgeçtim. Hallerini esefle izledim. Biri yalandan uyuyor, diğeri üç milyarlık telefonuyla oynuyordu. Bu gidişatın yorumunu yapmak benim gibi acizane birisine düşmez tabi. Ne de olsa yaşlı bunağız ya.
Eşim, yapacağı işlerden dolayı Ulus’ta indi. Ben de Kızılay’da A.Ötüken Kütüphanesine gidecektim ya. Dışarıya çıkmadan Çayyolu metrosuyla Milli Kütüphane’ye gittim.( Dalgınlık mı bunaklık mı?) Sabah saat dokuzu geçmek üzere. Girişte bir kuyruk var belki yüz metre. Hepsi de Üniversite Gençliği. Ne güzel, okuyan bir gençliğimiz var, diye sevinç duydum. Kuyruktayım. Önümde çıtı pıtı genç bir kızımız var. Elinde filtreli sigara. Dumanı yüzümü öyle bir yalıyor ki. Düşüp bayılacağım nerdeyse. Giriş kapısına gelene kadar sigarayı izmaritine kadar yedi neredeyse ve izmaritini parmağının ucuyla fiskeleyip karşıya savurdu. Ne bu tezatlık kardeşim. Okumuşluğun nerede kaldı senin güzel kızım? Uzatmayayım, içeri girince yeni üye olmak isteyenler gibi ben de bilgisayardaki işlemleri yaptım. Sıram gelince küçük bir bölmeye geçip resmimi çektiler. Sanıyordum ki üye kartımda yakışıklı resmim olacak. Emeklilik kartımı görmek istedi memur bey. 3.5 Tl. karşılığında yeni üye kartımı uzatırken:
Bu kart, Elli Yıl Geçerli, dedi.
Ruhum okşandı doğrusu. Gülümsedim! Demek elli yıl daha kitaplarla haşir neşir olacaktım.
Saygılarımla.