2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
707
Okunma

SANRILARIN MİZAHÎ GERÇEĞİ
Gözleri duvardaki tabloya, at üstündeki Kızılderilinin kararlı bakışına takıldı. O, okunu doğrultmuş, adeta onun alnına nişan almış gibi gözlerini dikmişti.
“Yeter içme artık, bu akşam son olsun; bırak şu mereti,” der gibiydi gözleri.
Silkelendi birden. Başını iki yana döndürüp göz kapaklarını birkaç kez yumup açtı.
“O bir resim,” dedi içinden.
Birden susadığını hissetti. Buzdolabındaki şişeden biten kadehini tazelemek için kanepenin kenarından tutunarak kalkmaya çalıştı. Sağ böğrünün hemen altından gelen ani bir sancı onu oturttu. Oturma şeklinden kaynaklandığını düşünüp ciddiye almadı.
Buzdolabının kapağını tam açacaktı ki, sırtından yediği okun acısıyla irkildi. Öyle bir acıydı ki, olduğu yerde kala kaldı. Azıcık kımıldasa ya da dönse ta ciğerine batıyordu sanki.
Komşudan yardım istemek için sırtındaki okla iki büklüm halde dış kapıyı açtı. Merdivenin başına dikilmişti ki, Kızılderilinin atı öyle bir çifte savurdu ki kalçasına, ne olduğunu anlamadan kendini merdivenlerin dibinde buldu.
Şaşkınlık ve acı içindeydi. Öyle bir acı ve sancı ki, kımıldamak imkânsızdı. Yüzüstü öylece kalakaldı.
Zaman sonra zihnini toparlayıp cep telefonundan 112’yi aradı. Sağlıkçılar ilk müdahaleyi yaptıktan sonra hastaneye kaldırıldı. Kaburgalarında kırık tespit edildi.
Sanrılar, yerini gerçek sancıya bırakarak uzaklaştı zihninden.
Aliye Uyanık / BOZOK KIZI
05. 11.2015/ GEBZE