3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
690
Okunma
Arkadaşlar aranızda öldükten sonra organlarını bağışlamayı düşünen var mı bilmiyorum, ama ben şahsen böyle bir karar vermiş değilim.
Acaba beyin ölümü gerçekleşen henüz reşit olmayan bir çocuğunuz olsa ve size böyle bir teklif gelse organ sırası bekleyen bir kaç hastanın derdine deva olmak ister misiniz?
Deseler cevabınız ne olurdu?
Bir evladınızın beyin ölümü gerçekleşmiş ve aynı zamanda başka bir evladınız da böbrek sırası bekliyor. Yani her ikisi de sizin can pareniz.
Peki şimdi cevabınız ne olacak.
Bir evladınızın fişi çekilecek diğer evladınız hayata dönecek...
Fikriniz değişti değil mi?
--- Hayır fikrim değişmedi. beyin ölümü denilen olay aklımı karıştırıyor. Bu konuda içim hiç rahat değil, diyorsanız, sunumumda o konuda da bazı açıklamalarım olacak. Beni dikkatle dinlerseniz sorularınıza cevap bulabileceğinizi umuyorum.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki değil on dakikalık bir sunum, saatlerce konuşsak bile bu konuyu tam manasıyla irdeleyecebileceğimizi zannetmiyorum. Ama elimden geldiğince vaktim yettiğince sizlere bu konuyu anlatmaya çalışacağım.
Buyrun hep birlikte soralım:
Beyin ölümü denen bir durumda, ruh bedeni terk etmiş ve dinen de ölüm gerçekleşmiş midir?
Bu bağlamda, beyin ölümü tanısı konmuş vericilerin organlarının cihaza bağlı çalışırken çıkartılması yada cihazın fişinin çekilmesi cinayet sayılabilir mi?
Arkadaşlar:
Beyin ölmüş, kalp de -alet çekildiği halde- insanı yaşatacak bir şekilde hareket etmiyorsa ve bu durum geri dönüşsüz ise insan ölmüş demektir.
Fıkıhçıların dilinden bir anlatımla devam edelim konumuza:
Tıbbın ölmüş dediğine din de ölmüş der; biz fıkıhçılar olarak ölümün gerçekleşip gerçekleşmediğini, bulunduğu takdirde uzman doktora sorarız, sormamız gerekir. Ancak doktorun bulunmadığı yerlerde tecrübeye göre belirtilere bakılarak ölüme hükmedilir.
Tıp uzmanlarının öldü dediği insan ölmüş, ruh da onu terk etmiştir, bu vücut ölünün vücududur ve alet bağlı olduğu için kan deveranı devam ederken ondan organ almak caizdir.
Buraya kadar tamam diyelim. Ama ben diyorum ki beyin ölümünü biraz daha incelemeye ne dersiniz:
Tıbben, şuurun gitmesinden beyin ölümü denen safhaya kadar, Koma-Derin koma- Bitkisel hayat denen aşamalar mevcut olup, bu durumların tamamında geri dönüş, yani hastanın iyileşmesi mümkündür, bitkisel hayattaki bir kişinin mucizevi olarak iyileşebildiği vakalar dahi bildirilmiştir.
Bitkisel hayattaki insanda beynin korteks (kabuk) denen kısmı ölmüş olup, bu kısım hafıza, zeka, kişilik vb özelliklerin kontrol edildiği kısımdır. Bitkisel hayattaki hastalarda beyin sapı dediğimiz ve hayati organların kendi kendine çalışmalarını, bir takım hayati refleks fonksiyonları yürüten kısmı ise ölmemiş, çalışmaya devam etmektedir.
Bu nedenle bitkisel hayattaki kişiler ölü kabul edilmez ve organları nakil için alınmaz. Ancak beyin ölümü denen durumda beynin korteks tabakasının haricinde beyin sapı dediğimiz bölümü de tamamen ölmüş olup iyileşme kesinlikle mümkün değildir ve bu kavram beyin fonksiyonlarının geri dönüşümsüz olarak kaybını ifade etmektedir.
Bu durum tıptaki teknolojilerin ilerlemesiyle ortaya çıkan bir kavram ve durumdur. . yoğun bakım servislerinde koma halindeki hastalar vantilatör denen solunum cihazına bağlanır ve bu cihaz vasıtasıyla, akciğerlerin şişirilmesiyle solunum sağlanır. (Bu hastalar cihazdan çekildiğinde önce solunum ve sonra kalp durur.)
Vantilatör desteğiyle solunumu sağlanan ve kalbi çalışmakta olan bu hastalarda beyin fonksiyonları mevcutsa asla cihazdan çekilmez, beyin ölümü sınıfına girmez ve bunlardan organ nakli yapılmaz.
Sadece, bir süre sonra yukarıda açıklanan beyin sapı ölümünün de gerçekleşmesiyle, beynin tüm fonksiyonları yitirilip, omuriliğe bağlı basit refleksler haricinde başka hiçbir tepki alınmayan hastalar için aşağıda açıklanan kriterler dahilinde beyin ölümü = tıbbi ölüm tanısı konur ve bu durum, bitkisel hayatın da ötesinde bir safhadır.
Bugüne dek beyin ölümü tanısı konmuş hiç kimse geri dönmemiş, yani iyileşmemiştir.
Beyin ölümü gerçekleşmiş herkes ya bir süre sonra makinelere rağmen akciğer ve kalbi kendiliğinden durarak, ya da makinenin fişi çekilmek kaydıyla akciğer solunumu olmadığı için kalbi de durarak morga yollanır.
Kısaca, bugünkü tıp, beyin ölümünü gerçek ölüm olarak kabul etmektedir.
Arkadaşlar organ nakli, organ bağışı, diriden diriye nakil, ölüden diriye nakil... Peki dinen caiz mi?
Caiz diyenler neden caiz demişler
Peki dinen haramdır diyenler var mı?
Neden haram?
Çok uç noktada görüşler var, her konuda olduğu gibi...
Mesela :
Ben birine gözümü bağışladıysam o kişinin harama bakmasından bana da günah yazılır mı?
Ömür boyu içki içmeyen ben, bağış yaptığım kişinin alkol bağımlısı bir kişinin olduğunu varsayalım. Tertemiz ciğerlerim o kişi yüzünden iflas ettiğinde, tekrar dirildiğimizde, (Organlarımız şahitlik yapacağına göre ) organım sahibini suçladı diyelim. Organın sahibi benim. Cehennem de ben mi ceza çekeceğim....
Yoksa diğer kişi mi?
Örnekleri çoğaltabiliriz. Organ bağışlamanın günah olup olmadığı" ve ’ Bağışlanan organların takıldığı kişilerin kötü bir insan olarak yaşamlarını sürdürmeleri halinde vericinin bu günahlardan sorumlu olup olmayacağı ’ gibi benzer sorular, organ nakli merkezlerine sıkça iletilmektedir.
Emanetle işlenen günahın sorumluluğu kime aittir...
Takma organın yeni sahibinde sevap veya günah işleyen bir kişinin amelini oluşturması da tamamen bu yeni sahibiyle alâkalı bir meseledir.
Çünkü sorumlulukta asıl olan iradedir, sorumlusu da o organları kullanan şahıstır. Nitekim emanet olarak verilen bir şeyle birisine zarar verilirse, bundan asıl mal sahibi değil, onunla zarar veren kimse sorumlu olur
Kıyamet gününde organların şahitliği meselesine gelince, bu husustaki âyet ve hadisler organların âhirette lisânı hâl ile konuşacağı şeklinde anlaşılabileceği gibi, Allah’ın huzurunda insanın hiçbir mazeret ileri sürme ve yalan beyanda bulunma imkânının olmayacağı, her şeyin apaçık ortada olacağı anlamında da yorumlanabilir.
Bu konudaki âyetler (enNûr 24/24; Fussılet 41/19, 21, 22) gerçek anlamında alınsa bile yine organ nakline engel bir delil teşkil etmez. Zira her şey Allah’ın bilgisi dahilindedir ve organlar her bir bedende bulundukları süre içinde olup bitene şahitlik edebilirler.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Bayraktar’ın bu sorulara verdiği cevap şöyle:
-’İslam dini organ bağışına olumlu bakmaktadır. Maide suresinde, ’Kim (bir insanı) diriltirse bütün insanları diriltmiş gibi olur’ denilmektedir.
Bundan hareketle organ bağışlayarak bir kişinin hayatını kurtaranın sevap işlediğini söyleyebiliriz. Ayrıca günahları organlar değil, insanlar işler. Günahtan organ bağışlayan değil, bunu işleyen sorumludur.’(SBK - Din hepimizin de çok iyi bildiği gibi akılla ilgilidir.
Şuur sahibi olmayan kişi günah sahibi de değildir. İnsanlar arasında nakil edilen organlar bedene aittir ki bu bir cins elbise gibidir. Dünyada kalır. Tıpkı bir dilenciye ya da muhtaç olan bir insana verdiğiniz zekatın alan kişinin kendi sorumluluğunda oluşu gibi günah da sevap da aklı taşıyan kişiye aittir.
Bir silahla adam öldürüldüğünde silahın suçlu olamayacağı düşünülürse dünyevi bedenimizin ya da diğer bir tabirle elbisemizin bir sorumluluğu da olamaz. O sizin verdiğiniz bir hediyedir. Gelecekte olabilecek bir günahın vebali de sadece ve sadece o hediyeyi takdir edip kullanan akıl sahibine ait olacaktır.
Ehli sünnet bilginlerinin ve kelâmcıların çoğunluğu, âhirette haşrin cismanî olacağı, insanın ruh ve bedeniyle birlikte diriltilip böylece haşrolacağı, hesaba çekileceği, ceza veya ödüle muhatap olacağı görüşündedir. Kur’an âyetleri de bu görüşü doğrular mahiyettedir (bk. Tâhâ 20/55; elHac 22/5, 7; enNûr 24/20; Yâsîn 36/7879; elKıyâme 75/34).
Âhirette haşrın cismanî (bedenî) olacağı inancının, organ naklinin tereddütle karşılanmasında kısmen de olsa etkisi vardır. Ancak konu yakından incelendiğinde organ naklinin cismanî haşirle doğrudan ilişkisi, daha doğrusu organ naklinin cismanî haşir inancını zedeleyen bir yönü bulunmadığı, nakledilecek organın tekrar asıl sahibine döneceği ifade edilebilir.
Nitekim organların toprakta çürümesi, yanıp kül olması, hayvanlar tarafından parçalanıp yenmesi de onun tekrar asıl sahibinde haşrolunmasına engel değildir.
Gerçekten Kur’ânı Kerîm’de (elKıyâme 75/34) âhirette insanın bütün uzuvlarının en ince ayrıntıya kadar toplanacağı ifade edilir. Bu ve benzeri delillerden yola çıkan İslâm bilginleri de herkesin aslî parçalarının kendisiyle haşrolacağı görüşündedirler.
İslâm hukukçularının bu ve benzeri fetvaları günümüzdeki organ nakline bir hayli ışık tutmaktadır. Ancak bu gibi durumlarda belirtilen çözümleri benimsemeyen fakihler de vardır.
Kısacası, sözün özü değil belki ama araştırıp böyle bilgilere ulaştığım bu zor ve bir o kadar hassas konu olan organ nakli, organ bağışlama meselesine şöyle kalemimin ucuyla hafifçe dokunmak istedim. Diliyorum ki bu yazım okuyanlara faydalı olur ve nice güzel işlere vesile olur.
Sunum olarak hazırladığım bu çalışmamı dinlediğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Selametle kalın.
(Yazımı okuyanlara da ayrıca teşekkürlerimi bidiriyorum, selametle kalın)