2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
634
Okunma
Bir şeyleri tutmaya ve gündelik işlerimizi kolaylıkla yapmaya yarayan ellerimiz, en cesur uzuvlarımızdan biridir. Öyle ki vücudumuzun herhangi bir yerine gelebilecek darbelerden korunmak için o bizim korunağımız gibidir. Aslına bakılırsa, zihnimizin yön verdiği ölçüde işe yarayan ellerimiz aldığı telkinden fazlasını yapmaya muktedir değildir, tıpkı yolları adımlayan ayaklarımız gibi.
Eller, avuç içleri, parmaklar, tırnaklar bir sırrı saklayabilir mi?
Bunu etraflıca düşünmesem de bir sırdan çok bazı kusurları örtmeye ve şefkatimizi, sevgimizi gösterirken çocukların, yetim ve öksüzlerin saçlarını, pak alınlarını okşamaya yatkındır. Acaba her el bu eyleme yatkın mıdır? Bunu düşünmeliyiz. Yatkın olmayanların hatta bunun aksine ellerini bir tırpan gibi kullanıp insanları, çocukları hırpalayanlar da aramızda dolaşmaktadır. Bu ruh halini de anlamaya çalışıp ellerini kötülük için kullananları bu eyleme iten sebepleri tasnif ederek bilmek lazım gelir.
Ellerimiz, eller…
Çalışıp çabalayarak kazandığımız her lokmayı ağzımıza onunla götürürüz, alnımızın terini yine onunla sileriz. Zamanla nasırlaşan ellerimiz, her çizgisinde yıllara tanıklık eden alnımız gibi izler bırakır avuçlarımızda. Ayrıca ellerimiz, dua ve şükrümüzü ifa ederken bize kol kanat olur.
Onlarla yükseliriz…
Bazen duaya duran bir çift el bizim adımlarımız olur.
İşte bu andan sonra yürümek için ayak gerekmez bize.
Bir de elin mecazî anlamı vardır ki o da “Yabancı, yakınların dışında kalan kimse” demektir. Yabancı gördüğümüz herkes bizim için eldir. Kendi işine bir başkasının aynı özveriyi göstermemesi, eloğlu ve elkızıyla ortak bir iş yapılamaz kanısını doğurmuş ve bu durum toplumsal hafızamıza acı deneyimlerle kazınmıştır.
Günümüzde önyargılarımızı besleyen, bizi biraz daha bireyselleşmeye doğru iten, “El”in tanımı genişlemiş ve aynı yastığa baş koyduğumuz eşimizi de buna dâhil etmiştir.
Şöyle ki; bir tartışma anında eşler birbirine hiç düşünmeden, “Ne olacak işte, eloğlu veya elkızı” diye dudak bükebiliyor. Üstelik ele güne rezil olmaktan korktuğumuz kadar başka bir şeyden korkup çekinmeyen insanlar oluverdik.
Öyleyse ne yapalım?
“Başkalarını anlamak istiyorsan, kendi gönlüne bak.” diye özlü bir söz var. Kendi gönlümüze dönüp baktığımızda acaba orada neler görüyoruz?
Vaktiyle ticaretle uğraşan zengin bir sufîye “Bu kadar parayı nereye koyuyorsun?” diye sormuşlar. Sufî de “Cebime” diye cevap vermiş. Soranlar şaşkınlıkla “İyi de biz de parayı cebimize koyuyoruz.” deyince, sufî başını sallayıp “Hayır, siz parayı gönlünüze koyuyorsunuz.” demiş ve sözünü şöyle bağlamış:
“Su, geminin dışında kalırsa koca deniz ona yol olur, ama siz suyu geminin içine alırsanız onu batırmış olursunuz. Gemiyi batırmamak için suyu dışarıda bırakmak lazım.”
Öyleyse ellerimizi gönülden birleştirelim ki, yelkenimiz birlik rüzgârıyla dolsun. Varacağımız liman, başarı olsun, mutluluk olsun, huzur olsun…
Aynalardaki Suretimiz-Mat Yay. /Deneme kitabımızdan alıntı...