2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
497
Okunma
Tabakta ekmeğini banacağı hiçbir şey kalmamıştı. Açlığından başka düşüneceği meseleler de vardı muhakkak. Fakat bunlara sıra gelmesi ne mümkündü. Bakışlarını oldukça boş bir ifadeyle odanın bir köşesine çiviledi. Boğazında bir düğüm oluştu. Düşünmekten o kadar ıraktı ki tam olarak üzüldüğü şeyi kestiremedi. Gözyaşı zayıflıktan iyice dışarı çıkmış elmacık kemiğinden aşağı süzüldü. Kafası birkaç dakikadır sabit olduğundan, gözyaşı hiçbir yere savrulmadan doğruca üst dudağa kavuştu. Dudaklarındaki tuzlu tat onu kendine getirdi. Birden irkildi ve oturduğu yere gökten düşmüş gibi şaşırdı. Bilinçsizce sağa ve sola baktı. gözleri büyümüştü. Nefes alışverişi olağandan daha hızlı hale gelmişti. en az bir saattir orada oturuyor olmalıydı. Kolundaki ucuz asker saatine baktı. yanılıyordu. Sadece üç dakika geçmişti. Tam üç dakika önce patates yemeğinin dibini sıyırıyordu. Elindeki taşlaşmış bayat ekmek parçası bunu kanıtlar nitelikteydi. ekmeğin üstündeki yanık kısmı bölerek ağzına attı. Ekmeğin en çok burasını severdi. Ev yapımı ekmeklerinse yumuşak, beyaz kısmından önce kenarlarını yerdi. Bunu yapmasının sebebi beyaz kısmı en sona saklamaktı aslında. İlkin beyaz kısmı yiyenleri görünce onların ne kadar düşüncesiz insanlar olduğunu düşünmeden edemezdi. İnsanları sırf bu yüzden anlamlandıramadığı olurdu. Belki de yalın ayak başı kabak kalmasının sebebi buydu. her şeyi evvelinden tartar biçerdi. Acele karar veremezdi. Bazen karar vermemeyi seçip akışına bıraktığı da olurdu. Bir adım ötesinde ne olacağından korktuğundandı yere bakarak yürümesi. sonunu düşünürken başını unutur arafta kalırdı.
Elindeki ekmeği şimdi mi yemeliydi ? İleride daha çok acıkacağı zaman olacak mıydı ? Bunlar istemsiz olarak aklından geçti. Kendinden beklenmeyecek bir şey yaptı. Ekmeği oracıkta yedi. Ekmek parçası midesine doğru yolculuk yaparken saatine baktı. Bunu öylesine yapmıştı. Saatin kaç olduğuna dikkat etmedi bile.
Kaldığı pansiyon odası kutuyu andırıyordu. Odanın yarısını zaten yatağı işgal ediyordu. Kalan yarısındaysa bir lavabo ve bir çalışma masası vardı. masada çalışabilmek için yatağa oturması, kapıyı açabilmek içinse tamamen yatağa çıkması gerekiyordu. Yine de üç yıldır kaldığı kafesten yakındığı görülmemişti. Fakirliği ya da hamallık yapıyor olması dahi o kadar önemli değildi. Ciğerlerindeki geçmek bilmez ağrılar ve bundan ötürü saaterce süren öksürük nöbetleri en büyük dertleriydi.
Bir keresinde öksürmekten yorgun düşmüş, yatağa uzanmıştı. Ciğerinden gelen hırırltılar eşliğinde hareketsiz yatıyordu. Yan odada kalan neriman kadın, aralık olan kapıdan onu görmüştü. Gördüğü şey son derece ürkütücü olacaktı ki, korkudan olduğu yere yığılıp kalmıştı. Bu öksürük nöbeterinin ne kadar ciddi olduğunu kanıtlar nitelikteydi.
Ekmeğin güvenle midesine ulaştığına emin oldu. Ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra yatağa uzandı. nerden aklına esti bilinmez, yatağın altındaki fotoğraf albümünü çıkarmak istedi. Eğildi ve otuz sene öncesinden kalma metal kapaklı albümü aldı. Metal kısım pastan pürüzlenmiş ve pasın kahverengisini almıştı. Bu keskin pas kokusu ona eski evindeki paslı balkon demirlerini anımsattı. Evet, bir zamanlar balkonu olan bir evi vardı. beyazlamaya başlamış sakallarını kaşıyarak eski evini düşündü. Ne kadar rahat hayatı vardı önceleri. Ne kadar huzurlu bir hayatı vardı şimdilerde. Para, şömine, lüks, balkon demirleri, birden çok çeşit yemek gibi kavramların asla huzurla aynı manaya gelmediğine karar verdi. Hatta oldukça ters kavramlardılar. Bu huzurlu hayatı kendisi isteğiyle seçmemişti. İşlerinin iflasını karısının çocuklarıyla birlikte baba evine dönmesi takip etmişti. Evini satıp bu odaya yerleşmesi de o zamanlara denk geliyordu. Evin parasıyla bütün borçlarını kapatmıştı. Sonra... Anılar silikleşti, borçlarını ödedikten sonra ne yaptığını hatırlayamıyordu. Filmin kareleri silinmişti.
Ne olmuştu da böyle bir hayatın içine girmişti anlam veremiyordu. Hoş hayatından şikayetçiymiş gibi de görünmüyordu. Galiba hayatını sürdürmenin bir yolunu arıyordu sadece. Ufacık bir alanda dönüp duruyor, bir o yana bir bu yana çarpıp duruyordu.
Elindeki albümün metal kapağını tam açıyordu ki elinin üstünden bir karartı geçip duvara çıktı. Duvardaki karartıya iyice odaklandığında, karartının hareket ettiğini fark etti. Korkarak elini yaklaştırdı. Siyahlık şimdi tam elinin üstündeydi. Bu gölge olmalıydı. Ampule çevirdi kafasını. Ampulün içinde sivrisinek vardı. Duygulandı. Kalp atışlarının basıncı kulak zarını patlatacak derecede arttı. Kırk dokuz sene önce doğduğunda oksijeni ciğerlerine doldurmak için ağladığı gibi ikinci kez ağlamaya başladı. Bu iki ağlaması dışında gözünden dökülen yaşlar, şüphesiz timsah gözyaşlarıydı. Tüm insanlarda olduğu gibi her yaş döneminde gözyaşı öylesine oluklanmıştı. İnsanlar yalnız bir defa gerçekten ağlar, ilk ve tek gerçek olanın sonrasındakiler zahiri ve dünyevidir. Orada sineği görünce döktüğü gözyaşı onu diğer insanlardan ayırıyordu. İkinci gerçek ağlamasını gerçekleştiren ilk insandı.
O sinek ne olmuştu da böyle bir hayatın içine girmişti anlam veremiyordu. hoş hayatından şikayetçiymiş gibi de görünmüyordu. Galiba hayatını sürdürmenin bir yolunu arıyordu sadece. Ufacık bir alanda dönüp duruyor, bir o yana bir bu yana çarpıp duruyordu.
Tüm bunları düşünürken bir öksürük krizi daha başladı. "öhhö öhhö ve öhhh...". Öksürürken verdiği nefesin para üstünü alamadı. Artık bir o yana bir bu yana çarpacağı bir şey yoktu. Ampul sönmüştü !
-kadir-
-sanıldığının aksine hiçbir siyasi mesaj içermez.