2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
529
Okunma
Sevgili Hasan Hüseyin Yıldırım ve arkadaşları 17 Eylül 1988’de Kırşehir Hapishanesinden firar ettiler…
Firar ettiklerinden iki gün sonra Mersin’de evim basıldı.
Polis şefi büyük bir ukalalıkla sordu:
— Hemşerin Hasan Hüseyin Yıldırım nerede?
Tavrı çok zoruma gitmişti.
Yanıtladım:
— Şu divanın altında!
Bağırdı:
— Perdeyi kaldır!
— Perdeyi kaldıramam! Silahı var! Beni de vurur!
Timlerin yarısı uzun namlulu silahlarını divanın altına doğrultular... Diğer yarısı da göğsümü hedef aldı.
Polis şefi tekrar bağırdı:
— Perdeyi kaldır!
Korkudan titriyorlardı...
Tetiğe basmak üzereydiler.
Kendi kendime "Mahmut dalga geçme. Seni vurur bu korkaklar" dedim...
Yavaş yavaş divana doğru yürüdüm.
Perdeyi kaldırmadan önce timlerin yüzüne baktım.
Sapsarı kesilmişlerdi…
Polis şefi tekrar bağırdı:
— Perdeyi kaldır!
Divandan aşağı sarkan örtünün bir ucundan tuttum… Yavaş yavaş kaldırdım. Bütün gözler ve namlular divanın altına odaklanmıştı…
Evde kedi beslemiyordum. Divanın altında bir kedi bile fırlasaydı iki yüz-üç yüz mermi yerdi…
Divanın altı boştu. Polis şefi ve timler derin bir nefes aldı.
Polis şefi bana bağırdı:
— Bizimle dalga mı geçiyorsun?
Soğukkanlılığımı koruyarak sorusunu yanıtladım:
— Siz benimle dalga geçiyorsunuz… 1402’lik yaptınız. Öğretmenlikten attınız… Kırk beş gün işkence yaptınız… Tek satır ifadem yokken tutukladınız… Aylarca yattım. Çıktıktan sonra iki defa daha işkenceye aldınız… İlk seferde yirmi dört gün işkence ettiniz. İkinci defa yirmi gün işkence ettiniz. Karasakız gibi yakama yapıştınız… Hala ayda bir gözaltına alıyorsunuz… Gözaltına giriş yapmadan bir hafta tabutlukta bekletiyorsunuz… Benden size fayda gelmez, bunu kavrayacak bilinçte değil misiniz?
— Çok konuşma! Hemşerin Hasan Hüseyin Yıldırım nerede?
— İki gün bile olmadı Kırşehir’den kaçışları… Kırşehir’den Mersin’e nasıl gelecekler… Bana gelseler de yolgeçen hanına çevirdiğiniz bu evde onları saklayacak, size kurbanlık koyun gibi teslim edecek adam mıyım?
— Seni bilmez miyiz? Canını verirsin, arkadaşlarını bize teslim etmezsin…
— Bu kadarını biliyorsanız, boşuna evimi aradığınızı da bilmeniz gerekirdi…
Polis şefi timlere bağırdı:
— Bunu arabaya alın!
İki tim koluma girdi. Evden çıktık. Arabaya bindik.
Emniyet birinci şubeye gittiğimizde öğle tatiliydi.
Mesai saatine kadar Birinci Şube koridorunda, beni ayakta beklettiler. Mesai saati başlamak üzereyken dilenci, pazarcı, işportacı, ayakkabı boyacısı, hacı vs kılıklı onlarca polis şubeye geldiler…
Her tipin suratını beynime kazıdım.
Bir polis yanıma geldi. Koluma girerek ifademi alacak odaya götürdü.
“Dünyayı ben yarattım” havasındaki bir memur ifademi almaya başladı.
Kimlik bilgilerimi yazarken masanın üzerindeki bir kâğıda baktığını gördüm.
İfademi alan memura sezdirmeden aynı kâğıda baktım.
Kâğıdın üst kısmında kırmızı mürekkeple “çok gizli” mührünü gördüm. MİT patentli yazıyı okumaya başladım… “Kırşehir hapishanesinde kaçanlardan Hasan Hüseyin Yıldırım, Mahmut Cantekin’in hemşerisi ve arkadaşıdır… Mahmut Cantekin firarilere her türlü yardımı yapabilir, onları evinde saklayabilir… Evini arayarak durumu bize bildirin… Mahmut Cantekin’i izlemeye ve izletmeye devam edin.”
Okuduğumu okudum ve başka tarafa bakmaya başladım.
Kimlik bilgilerimi yazmayı bitiren memur bana döndü:
— Kırşehir hapishanesinde kaçanlardan Hasan Hüseyin Yıldırım’ı tanıyor musun?
— Evet, tanıyorum.
— Nereden tanıyorsun?
— Orta Okulu Kâhta’da okudu. Öğrenciliğinde bizim evde kiracıydı. Ben başka bir ilçede öğretmen okulunda okuyordum. Annem ile Babam Hasan Hüseyin Yıldırım için “çok efendi, terbiyeli, çalışkan bir öğrenci” olduğunu söylüyorlardı. Birkaç kez görmüştüm…
— Çocukluğunu bırak. Siyasi ilişkinizi anlat.
— Çocukluktan sonra görmedim. Siyasi ilişkim olmadı.
— Sana inanayım mı?
— Sen bilirsin…
Polis memuru benden bir şey öğrenemeyeceğini bildiğinden olacak, dediklerimi yazdı.
İfademi yazdığı kâğıdı bana uzattı…
Söylemediğim bir şey yazmış olabilir kuşkusuyla ifademi okudum, imzaladım.
Polis memuru yüzüme tatsız bir bakış attı:
Ağzından çıkan söz tatlıydı:
— Gidebilirsin…
Odadan çıktım.
Koridorda beni ayda bir gözaltına almaya sevdalı Laz polis Kemal ile karşılaştım.
Pis pis sırıttı:
— Tabutluklar dolu olduğu için gidiyorsun. Yakında görüşürüz…
— Güzel günlerimizde seninle görüşmeyi çok isterim.
— Görüşürüz…
— Görüşürüz…