0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2182
Okunma
Yıllar önceydi… Gökyüzü griye çalan bir sabah, evin duvarlarına sessizlik sinmişti. Artık kimse "Günaydın" demiyor, çay ocağında iki bardak yerine bir bardak buhar çıkarıyordu. Selin, mutfağın penceresinden dışarı bakarken yüreği sızlıyor, içindeki yangını bastıramıyordu.
Birbirine sarılmış üç mezar vardı şehir dışında, yağmurdan ıslanmış toprağın üzerinde hala taze çiçekler duruyordu. Annesi, babası ve küçük kardeşi… Bir trafik kazası, bir anlık dikkatsizlik, hepsini ondan koparıp almıştı.
O günden sonra Selin kimseye dokunmak istemedi. Kimseye ait olmak istemedi. Bir kez ait olmanın ne kadar acı verdiğini, ne kadar yakıcı olduğunu öğrenmişti çünkü. Her yeni insan, her yeni bağ, her yeni umut — ona sadece yeni bir ölüm ihtimali gibi geliyordu.
İnsanlar soruyordu: — "Neden bu kadar yalnızsın Selin?" O susuyordu.
— "Neden hiç gülmüyorsun?"
O bakıyordu sadece, gözlerinde cam kırıklarıyla.
Kimsesizlik bir seçim değildi belki ama aidiyetsizlik bir koruyucuydu artık onun için. Kimseye ait değilsen, kimseyi kaybetmenin sancısını yaşamazsın diye düşünüyordu.
Ama bir gün…
Yağmurlu bir akşam, eski kitapçının köşesinde göz göze geldiği bir çocuk, onun bu duvarlarını zorlamaya başladı. Adam bir şey istemiyordu ondan — sadece anlamak istiyordu. Yavaş yavaş konuşmalar uzadı, sessizliklerin yerini cümleler aldı.
Selin sonunda dudaklarından bir cümle döküldü:
— "Ben kimseye ait olmak istemiyorum…"
Adam başını eğdi, gözleri doldu.
— "Ben de kimseye ait değilim aslında… ama belki yan yana yürüyebiliriz."
Selin sustu. İçindeki kan ağlayan yüreği hafif hafif sızladı. Kapanmaz sandığı yara, belki de kabuk tutuyordu. Sevdiklerini unutmak değil bu; ama yeniden, sadece yürüyebilmekti belki…
Meltem Mesture Güven