4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1037
Okunma


Sevdiğim kitaplar arasındadır “Araf”. Benim gibi detayları önemseyen, birtakım gizler ve işaretler üzerine düşünen, biraz takıntılı insanlardan söz eder. Romanın kahramanı Ömer Amerika’ya gidip “Omar” olduktan sonra isminin baş harfindeki noktalar gibi hayatında bir şeyleri yitirmiş olduğunu fark eder; bir yerlerde dökülmüş, kendisinden kopmuş, kaybedilmiş “şeyler” vardır. Tanımlanamayan ama eksilen… Onları arar.
Romanı çok sevmemin sebebi, pek çok okurun lüzumsuz göreceği bir ayrıntı: Şarkılarla yaşar Ömer. Zamanı şarkılara kayıtlıdır. Metroya binişini, bir yere yetişme süresini, evden çıkışını şarkılara göre hesap eder, dakika dakika hatta saniyesiyle. Kaç şarkılık zaman geçmiştir yahut kaç şarkılık zamanda yapılır bir iş?
Her sabah yataktan kalkar kalmaz, arabaya biner binmez radyoyu açarım, müzikle ölçülebilir benim de zamanım. O günümün şarkısı olur ilk dinlediğim, bir işaret sayarım. Yaklaşık üç şarkılık zamanda giderim işime. Akşam evime yedi şarkılık sürede dönerim. Hadi, Ömer gibi söyleyeyim “toplam 28 dakika 30 saniyede.”
Dünyaca bir uğurlama ve karşılama içerisindeyiz şu günlerde. Bir cetvele tabi olmak… Zamanı ölçmek hususunda takvimlere itibar etmedeyiz. Biliriz. Yüzyıllar devrildi geçtiğimiz yıllarda gözlerimizin önünde.
Başka zamanlarda önemsemediğimiz, unutuverdiğimiz “ayın kaçı olduğu” meselesi yıl biterken yahut başladığında ehemmiyet kazanır. Malum zaman dilimine dönüp bakarız sessizce. “Geçen yıl bu vakitler neredeydim, hangi telaşlar içinde, ne değişti bir yılda?” Hepimizin cevapları kendince. “Neler yazılmış defter-i kebire? Neler silinmiş, dahası kazınmış, bu yıl içerisinde?”
Denizlerin dibinde tortulanan planktonlar kadar ölü zamanlar biriktiriyoruz içimizde. Tonlarca, katmanlarca ölülerimiz var, zamana meydan okuyan fosillerimiz. Zaman zaman kendini hatırlatan unuttuklarımız.
Facebook hepimize “güzel bir yıl” hediyesi fotoğraflar seçiyor bugünlerde. İtirazlar görüyorum. Acılar, savaşlar ve ölümler içerisinde hangi güzel yıldan söz ediyoruz, diyor bazıları. Dünyanın hiçbir yerinde yaşanılan bir keder başkalarının acısı olamaz. Yeryüzünde nefes alan tüm ağaçlar o hazanla yaprak döker elbette.
Lâkin… Hangi takvim sayabilir içimizdeki ân’ları yahut hangi akreple yelkovan bekleyebilir bizim için uzayıp geçmeyen zamanları. Bazen… Hangi kantar tartabilir kalbimizdeki tonlarca ağırlığı? Mutluluktan, sevinçten uçtuğumuz vakitler bulutların üstündeki varlığımızı hangi havaölçer belirler?
Murathan “daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran zamanı
daha o gün anlamalıydım” diyor.
Günler hatta yıllar ile aramızda hiç kapanmayacak bir mesafe bu “takvim tutmazlığı”. “Saatler, günler hatta yıllar olacak” başka insanlarla da aramızda.
Dışarıda geçen zamandan farklıdır kalbin iklimi. Kimsenin haberi olmaz bir diğerinin en uzun gecesinden yahut geçmeyen gününden. Mevsim bahar olsa da biz kışta mı kaldık? Yahut… Karda kıyamette açtı mı içimizde bahar dalları? Ortak kederlerimiz ve sevinçlerimizde bile uykuya çekilinen zamanda nasılsa hep yalnız kaldık. Ne yaşadık, nasıl geçtik köprülerden? Aşılmaz dağlarda azıksız mı kaldık? Geçip giden güne dair söz bitmez. Uzaklaştıkça ayırdına vardık.
Bizim için iyi ve kötü günleri takvimde işaretleyecek olsak, gökte ışıldayan bir yıldız gibi bağrımıza basacağımız, andıkça güzelleşeceğimiz güzel günleri… Yahut ölsek mezarda kemiklerimizin bile sayıklayacağı kadar büyük kederleri… “Neydi o akşam” diye hasretle anacaklarımız, içinden sağ salim çıktığımıza hayretle bakacaklarımız bize tek bir şeyi anlatır; zaman herkeste başka türlü akan bir nehirdir. Her birimizin kişisel tarihi parmak izlerine benzer. Ve yaşam, kalbe iz düşüren zamandır.
(Yeni yıl için bir yazı kaleme almak değil isteğim. Acılardan, kötülüklerden söz açmaya yok niyetim. Bir adım yol gidemeden çok konuştuk bu yıl da üzerinde.)
Ben yalnızca kalbin tarihine öylesine bir göz atacaktım. Bana sorarsanız başucumdaki kitaplara, dinlediğim şarkılara, okuya okuya hücrelerime ezberlettiğim şiirlere kayıtlı bir zamandır yaşamım. Gerisi kabukta kalan ve üzerimizden kuruyup dökülecek olandır.
Bir dilek ağacına çaput bağlamak gibi olsun bu yazı. Ben yazarken ve okuyanlar için dua hükmünce şimdi… Silahını doğrultan bir askerin kalbi kurşununca sızlasın. Ağlayan bir çocuğun gözleri yüzümüzden tebessümü devralsın. Ağrılar içinde kıvranan bir hasta dikenli yatağında rahat bir uykuya dalsın. Hepimizin kalbinde tortulanıp taşlaşan acılar yerine birkaç şarkılık zaman kalsın.
Takvimde değişen rakam yerine yazılsın, başı ve sonu açık bir “gül” cümle…
Araf- Elif Şafak
Saatler filminin son cümlesine atfen
2014 son aralık
Seçki kuruluna çok teşekkür eder, herkese mutlu yıllar dilerim.