13
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
2589
Okunma


Kader, dört çocuklu bir ailenin ortanca çocuğuydu.
Annesi, onu mahallenin belediye ebesiyle evde doğurmuştu;
elleri açık gelmişti bu dünyaya.
Ebe, “Kısmetli olacak,” diyerek adını Kader koydu.
Ama derler ya: “Adın değil, kaderin kader olsun.”
Belki de kader, o anda başlamıştı kadersizliğine.
Çok zeki, çok doğrucu bir çocuktu Kader.
Bazen kardeşlerini kızdıracak kadar.
Bir gün abisi ve ablası, komşunun camını kırıp kaçmıştı.
Komşu sordu: “Camı kim kırdı oğlum?”
Kader, “Kimseyi görmedim ama abimle ablam şu tarafa kaçıyordu,” dedi.
Ve o camın borcunu anneleri ödemek zorunda kaldı.
Zaman aktı,
Kader hep doğrularıyla yaşadı.
Ortaokula gidiyordu, o yıllarda mahalledeki kahvelere
On İki Eylül öncesi asker baskınları olurdu.
Kader askerleri görünce panikledi, abisini uyarmaya koştu.
Ama koştuğu için şüpheli oldu, Tuğay’a götürüldü.
İki gün sonra eve geldiğinde, kafasında şişlik vardı.
“Bir şey geçirdiler kafama, duvara çarptım,” dedi.
Gururluydu, dayak yediğini söyleyemedi.
Ama aslında yediği dayak, kendinden küçük birinden gelen
hayatının en acı kaderiydi.
Sonra askere gitti Kırklareli’ne.
Döndüğünde artık tanınmayacak haldeydi.
Kendi kendine konuşuyor, gülüyordu.
Ve tanı kondu: şizofreni başlangıcı.
Yıllar aldı kabullenmek, tedavileri reddettikçe
hastalık şiddetlendi.
Tüm aile yoruldu, annesinin gücü tükendi.
Sonunda hastalandı o da… Ve bir sabah gözlerini yumdu.
Kader, ablasının evine taşındı.
Annesinin üzeri bir çarşafla kaplı, elinde bir bıçak…
Şaşkın gözlerle etrafa bakıyordu.
Uzun uzun boş boş…
Yüzünü açtı, alnından öptü annesini:
“Tüh, bakamadık kadına,” dedi.
Saatler sonra, sessizce çenesinden yaşlar süzüldü.
Ev hıçkırıklara boğuldu.
Artık gerçekten yalnızdı Kader.
Ablası çalışıyordu, zor bir yıl geçiyordu aile.
2002’nin ekonomik krizi…
Eşi işsiz, kızı süper liseye başlamış, kitaplarını ikinci elde alıyordu.
Oğlu askerdeydi.
Baba mirası derme çatma evde Kader yaşıyordu.
Ablası, maaşını aldığı bir karlı günde ona ziyarete gitti.
İki vasıtayla uzak bir evde…
Ramazan’ın ilk günüydü.
Kader oruç tutar, namazını kılardı.
Kapıyı açtığında ağır bir koku vardı evde.
Rüzgar camlardan içeri sızıyor, perdeler hafifçe sallanıyordu.
Kader kanepede yatıyordu, üstünde iki battaniye,
yanında lök gibi, soğumuş makarna.
Ablası yavaşça kaldırdı onu:
“Cereyanımı kestiler, küçük tüpüm bitti,” dedi Kader.
Ablasının cebinde ev kirası ve altı aydır oğluna göndereceği elli lira vardı.
“Üstünü giyin,” dedi abla.
Akşam ayazında, ezan vakti…
Dükkanlar kapanmaya başlamıştı.
Uzun yürüyüş sonunda küçük bir mağazadan elektrik sobası ve ocak aldılar.
Biraz yiyecek, biraz çay… Eve geldiler.
Kader meslek lisesi elektrik bölümünü bitirmişti.
Hasta da olsa mesleğini unutmamıştı.
O kadar dürüsttü ki, soğukta kalmasına rağmen elektriği kaçak bağlatmamıştı.
Ablası, “Şimdi sen bu elektriği bağla.
Nasılsa ev satılacak, diğer iki kardeş karar vermiş,
satıştan gelen faturalar ödenir,” dedi içi rahatlayarak.
Ezan çoktan okunmuştu, Kader orucunu açmayı unutmuştu.
Ayakları kar suyundan buz gibiydi ama aklında oğluna göndereceği para vardı.
“Kalk, nasıl olsa oğlum asker ocağında aç kalmaz, bir ay daha idare etsin,” diye telkin ediyordu kendi kendine.
Derin düşünceler içinde eve geldiğini bile anlamadı.
Eşi ve kızı sofrayı hazırlamış, onu bekliyordu.
Kimseye bir şey söylemedi.
Bacaklarını karnına çekip, sırtında battaniyesi,
gözleri dolmasın diye kapattığı gözleriyle uyur gibi yapıyordu.
Tam o anda telefon çaldı.
Arayan oğluydu:
“Açar açmaz ‘Oğluyum,’ dedi, ‘Bugün dayına gittim, çok kötü durumdaydı.’”
Oğlu çok akıllıydı, annesini asla üzmezdi.
“Üzülme anne,” dedi, “Komutanın annesi ameliyat oldu.
B Gurubu kan lazım olmuş, iki kişinin kanı tuttu,
diğer arkadaşımda hepatit çıktı, beni yolladılar.
Yedirdiler, içirdiler, cebime elli lira koydular.
Rabbimin dua kapısı ne kadar genişti,
sır kapısı en kötü günde nasıl aralandı,” dedi.
Ferişte, gözleri dolarak şükretti bir kez daha
Yaradan’ın varlığına…
Kullarını asla darda bırakmayan Rabbine…
Bu bir öykü değil, gerçek bir yaşam kesiti.
Kader hâlâ yaşıyor, arada ablasının yardımıyla.
Ama dediği gibi:
“O kadar çok ağladım ki abla,
gözyaşlarım bile kurudu, artık ağlayamıyorum.
Kaderiniz adınız olmasın.”
Saygılar,
Çenemden süzülen gözyaşlarımla...
Ferdaca
"
4 Nisan 2025
Bugün, kaderimiz Kader’i kaybettik.
Adı gibi yazgılı, ama yaşarken en çok da hayatın acımasız ironiyle örülü yollarına direndi.
Onun hikayesi, yüreklerde derin bir iz bıraktı; gözyaşlarımızda bazen hüznün, bazen umudun gölgesi vardı.
Kaderin adı, bir daha asla kader olmasın diye…
10.0
100% (3)
5.0
100% (3)