4
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1396
Okunma
İğne…
“ Sizinde avuçlarınızda yeşerecek üç beş kelime mutlak olacak kırlangıç göçüne karışan bakışlarınız buğulu bir cam kenarına konaklarken farkına varmadığınız an dudağınız ölümün kızıl renkli şarkılarını mırıldanacak üstelik şehrin tüm sokak lambaları en parlak haldeyken hem de…kan akan nehirleri sadece bir kaçınız görecek…sadece birkaçınız… Gözlerini karanlığa alıştıranlar ancak ayıracak gece vakti tüm renkleri…”
“kopkoyu bir gece”ydi. Yerinden kalkıp usulca kırmızı halının üstünde yürüdü. Bir an sendeledi gramofona doğru yürürken ama umursamadı. Masanın üstündeki kesik kumaşların arasında duran kalın kaplı romana bakarken “ Poe tut ellerimden, -tenimi doğrayan makas- açtım tüm pencereleri gel işte içeri, “evin kapısı”nda yağmur var ve hangi bulut iğne yağdırsa neden bana saplı kalır ki Poe..!”
Aryaların ezgisi ve suskunlukların yankısı dolaştı durdu kadının etrafında. Her şeyden ama her şeyden vazgeçip şövalesinin yanına kuruldu. Lacivert renkli bir iklim, dışarıda gri bir havaya kar fırtınalı fırçasıyla kış ezgileri sürüyordu. Kaldırımlarda derin öyküler az ileride pusu kurmuş derin efsaneler kar döküyordu. Sonrasında bir “kar hikayesi” başlıyordu.
Hangi vakit atsa elini fırçaya, saplanırdı tüm iğneler göğüs uçlarına. O hep nehirleri emzirmeyi severi bu yüzden. Paslı çekmecelerden çıkardığı öldürdüğü kemikler renk verirdi ona.
“güvercinleri kanatıyor...”
Sarılmak her şeye parmaklarımızla ve her boğumda boğulmasa şu ruhumuz ha ölüm, ha yaşam, ha aşk… Evrene salınan en küçük nefes koca bir balonu doldurmak, ya içimize gizlediğimiz çarpışmalı kavuşmalar suskunluğu…Bu sarı odalarda sürüklenen ömrün sürgünleri olmasa,,,, paslı olmazdı o zaman ömrün direk taşlarları….
Bu nedenle saat -13.15-’te -taşlar sular-la karışıp kıyıda, tutup güneşin yüzüne söylendiğinde tablosu yarım ama çok şey diyordu.Yorgunluk bir kanepenin omzuna bırakıldığında açık pencereler incelen boyanın kokusunu sabaha karıştırıyordu.
Bu sular…bu nehirler ve içimize ördüğümüz şu surlardaki az örümcekler biraz katilimiz değiller mi ki tüm çoğulluğuyla kahverengi örtülü yürüdüğümüz yollar ve üşüyen utangaç betonlar birer iğne değil mi zaten her yalnıza…Bu kadar tenimizi doğramasa makaslar her birimiz biçilmemiş kaftanımızla içeceğiz önümüzdeki ölümlü aşkların suyunu…
kopkoyu bir gece”ydi. Yerinden kalkıp usulca kırmızı halının üstünde yürüdü. Bir an sendeledi gramofona doğru yürürken ama umursamadı. Gramofonda duran plağı değiştirdi. Aklı yanık üşürken döndüğünde az ısınmak için tüm kitapları şömineye attı. Çok ısındı oda, o da üşüdü kendi çizdiği resmin kıyısında. Gri bir mevsim beyaz bir öykü boyuyordu dışarıda dünden çekilmiş karıncaların resitali ve caddeler boştu yağlı tabloda….
www.edebiyatdefteri.com/siir/835793/igne.html
aslında öyküsünü yazmak istediğim bu şiir değildi ama olsun. Her şiiri bir derin öykü kurgu için ilham….teşekkürler laci….